Ana içeriğe atla

YALAN/CIKTAN - BENGİSU ERGÜDER


Portakalı soydum, baş ucuma koydum, ben bir yalan uydurdum.
Çocuktuk, güzel oyunlarımız vardı. Çocukluktan bu yana yalancıktan yaptıklarımız kaldı. Yalan, denize düşünce tutunduğumuz yılan. Çıkmaz sokakların hayale açılan kapısı. Olmaya çalışmaktansa ol/muş gibi yapmak. Elle tutulmayan, gözle görünmeyen ne varsa hep; şüphe yüklü. Şüpheden bir gece elbisesi biçiyor terzimiz. Gece on iki olmadan diyor. -Çünkü yalancının mumu yatsıya kadar yanar.- Mum eriyor. Kandiller sönüyor. Ve her şeyi; karanlığın kucağına bırakıyor yalan. Oyunlarımıza alet ettiğimiz yalan, bizi oyunlarına alet ediyor. Söze gelince, yalandan korktuğu kadar yılandan korkmayanlar. Ah onlar yok mu onlar ah! Ele güne oynayıp, el ne der kaygısı çekenler. Onların yıkılmamış duvarları vardır. Yıktıkları yuvalar. Davetsiz misafirdir yalan. Kırk kat kilidi aşıp kurulur sofraya yalan.
En güzel yemeği, en güzel şarkıyı, henüz açılmamış çikolata paketini zehir eder. Boğazımızda düğümlenir lokmalar. Düğümlere üfleyen kadınlar. Balkanlardan geldiğini uydurduğumuz soğuk hava dalgası. Düne kadar sıcacık olan yuvamızı, soğuk savaş cephesi yaparlar. Aynı evde, aynı savaşın farklı tarafları oluveririz. Evlerden ırağı olsun, böylesi yalanın, yalan/cıktan yalanın.
Fakat yalanın türleri de vardır. Pembesi, beyazı... İşin rengini değiştiren renkleri vardır. Hele bir de toz pembesi vardır ki yalanın; ağızlara layık, pamuk şekeri tadında. Yalan, pamuk şekeri kadar çekici ve geçicidir. Geçici olan yalnız tadıdır, elinize yapışır öyle kolay kolay bırakmaz. Çoğu dosttan da vefalıdır yalan. Unutturmaz kendini. Ve yalnız zeki adamların işidir. -Çünkü kuvvetli hafıza gerektirir.- Aldanmak aptalların işi, tezgâhın arkasında zekiler. En kırmızı elmayı gösterip çürüğünü satanlar. Aldatmak, aldanmaktan daha çok çaba ister. İnanmak isteyenler olmasa yalanlar da olmaz. Tahammülü olmayan soru sormasa, yalan yanlış cevaplar almaz. Kayıplar olmaz, yitirilen kelimeler. Sahi “güveni” gören oldu mu, “yalansız güven” hiç doğru mu?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu