Ana içeriğe atla

DELİ-RUH - MERVECAN ORAK



İlk Not: İki çılgın duygu, bir deli-ruh-.

Ağlamak ya da gülmek, vücutta biriken negatif enerjiyi atmayı sağlar:
Kahkaha ile gülüp yakıvermek, katıla katıla ağlayıp elmacık kemiklerine süzülen toprak kokusunu salmak...
Bir deliliktir ağlamak ve gülmek;
Birbirine zıt iki kutup,
Görünenden, sanılandan uzak iki çılgın duygu, birbirine bağımlı kalan iki ‘Adaletsiz Ruh’ çatışmasıdır.
Merkezine yerleştirdiğimiz ayna, bir de tadı damağımızda kalan zehirli bal.
Bir yandan tatlı yanını, diğer yandan zehrini bu karmaşaya borçluyuzdur.

Ağlamak zehir olsa gerek:
Gülmek ise işin tatlı tarafı belki, belki de en can alıcı noktası zehrinin tat vermesi.
Yağmurun hırçınlığı, troposferle çekişmesi, arada kalan bulutun sessizliği, toprağın ara bulup hasret kokusunu salması..
Gökyüzü de bir çeşit ağlamıyor mu?
Bir yandan gözyaşı dökerken, diğer yandan toprağın hasret kokusunu salmıyor mu?

Güneş bal olsa gerek:
Troposferle samimiliği, bulutla haşır neşir, toprakla verimli sohbeti,
Güldükçe yakmıyor mu?
Dokundukça sızlatmıyor mu?

Çok kullanılan bir söz vardır, dilden dile anonimle bizlere ulaşan.
Çok gülenin derinlerde, damarlara gizlenip, damarın gidişatını daraltıp, ıssız, mağlup bir acısı vardır.
Biz yoksulluğa, ölüme, bütün acıya delice gülmüyor muyuz?
Damarlarımızın derinliğine hapsetmiyor muyuz?

Ağlamak çaresizlik barındırır, teslimiyetle sorgular, yalvarmak değildir.
İç dünyandan elmacık kemiklerine süzülen yaş, hırçınlığın, çekişmen, ara bulduğun özlem kokusu..
Damarlarına işlenen deli bir zehir,
Can alıcı noktasında, zehrin verdiği ince bir tat..
Ağlamak da, gülmek de deli bir bal,
Fazlası zarar, olmazsa yapamazsın...

SonNot: Hayat pastasının lezzetli dilimleri başka diyarlarda kalmış, bugün senin payına düşen; yalnızlık.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu