Rasim Özdenören’in kitaplarıyla ilk karşılaştığımda (1991) 16 yaşındaydım. Denemeleriyle karşılaştım ilk önce, Müslümanca Yaşamak’ı ya da Kafa Karıştıran Kelimeler’i okumuştum evvela. Ve ardından diğerleri...
Zihnimde muhteşem bir etki yapmıştı Özdenören’in yaklaşımı. O deve-iğne misalini hâlâ unutmamışımdır. Allah’ın her şeye kâdir oluşunun gündelik hayata yansıyış şekli üzerinde anlaşamayan iki adam vardır misalde. Biri “Allah deveyi iğnenin deliğinden bile geçirir. Bunu iğne deliğini büyülterek yapar.” derken öbürü; “Elbette Allah her şeye kâdirdir, ama bu işi deveyi küçülterek yapar.” demektedir. Rasim Özdenören ise bu iki yaklaşımdaki tehlikeye dikkat çekerek iki yaklaşımda da insanın kendini merkeze almaya, kendini tanrılaştırmaya çalışmasından izler bulunduğunu söylemektedir.
Onu okumakla bir şeyi fark etmiştim. Modern çağda yaşayan bir Müslümanın kendisini kuşatan kirli modern düşünüş tarzlarını fark etmesi son derece zorlaşmıştır ve çoğunluğun düştüğü bu düşünce tuzaklarına kendini kaptırmamanın yolu, sorgulayan, diri bir zihne sahip olmaktır. Önceki okuduğum kitapların tahkiki değil taklidî, ajitatif muhtevasının sunduğu bir duruş vardı ama bu bir karşı duruştu. Özdenören’in eserlerinden öğrendiğim ise asıl öneme haiz olanın kendince duruş olduğu idi. Duruşunda sadece karşı olmayı barındıranlar karşılarında birileri kalmadığı zaman anlamsızlaşacaklardı ama kendi duruşunu örenler (özünden duruşunu örebilenler) yine özlerinden karşı duruşu da, mütebessim duruşu da çıkarabilirlerdi.
Rasim Özdenören’in kitapları bir deprem etkisi bırakmıştı bende. Ezbere fikirlere yer yoktu onda. Son derece doğal olarak kullandığımız birçok ifadenin “ilk bakışta yanlışlığı hissedilmeyecek kadar örtülü olan bu ifadenin altında da..” şeklinde girişlerle, tam yerinde, konuyu kavranılır kılacak örneklerle ele alarak ne menem bir ifade olduğunu ortaya koyuyordu. Sadece ondan okuduklarımızı sorgulamak yetinmiyorduk, analitik düşünceyi öğretiyordu Özdenören okurlarına. İyi bir Rasim Özdenören okurunun rahatlıkla birçok meseleyi özgün biçimde tahlil ettiği görülüyordu. Okuru biliyordu ki bir konunun görünümü sadece tek yöne açık değildir. Her duruşun konuyu farklı, kendince ele alışı söz konusudur. Konular değişik açılardan ele alınabilmektedir. Bize düşen ise arifane bir bakışla meselenin tüm tezahürlerinin fevkinde bir bakışa sahip olabilmektir.
Denemelerinde modern çağ insanının -yani kendisinin- muhatap olduğu hatta muhatap kaldığı konuların ele alındığını gören okur artık iki şıkla karşı karşıyadır: Ya kendisi üzerinde kuruşmuş tezgahları fark etmesiyle modern çağa verilecek en anlamlı cevap olan kendi hayatını yaşamayı tercih edecektir ya da “okuduklarımdan bir şey anlamıyorum” (En saygın ifade budur. Bir de “Ne bu böyle, saçma, anlamsız şeyler, adam anlaşılmamak için mi yazmış bunları?” şeklinde tepkiler vardır. Bu tip tepki sahiplerine göre yazar yazarken okura danışmak zorundadır. Onun istediği şeyleri yazmalıdır. Buna “Bana bildiklerimi tekrar ettiren yazarın kırk yıl okurum.” anlayışı adı verilebilir) diyerek tüketim çağının nesnesi konumunda bir canlı olarak kalacaktır. İkinci tercihi seçenler belki dindar bir kimliğe sahip olduklarını da iddia edecektir; ama kainatın hakikatini okumaya yanaşmayan dindar bir nesne olacaklardır.
Özdenören’in okunmasını önemsiyorum. Hele hele okuma eyleminin lise-üniversite yıllarına hapsedilmiş bir gibi algılandığı ülkemizde popüler kültürün okunması emrettiği kitaplardan başkasını göremez hale getirilen gençlerin zihinlerini diriltmeye ihtiyaçları var. Yani Rasim Özdenören’leri, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat çizgisinin yazarlarını gençlere taşımak gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde birçok gencin kabullenmediğimiz nesneleşmenin kucağına kendisini teslim edişi seyredilmek durumunda kalınacaktır.
Sadece kendi yakın çevremden bilmekteyim ki Diriliş özlemcisi yazarları okuyan genç zihinler uykusunu bozmakta, Diriliş türküsünü söylemeye katılmaktadır.
Kaynak (Doğrudan Alıntı):
Gültekin, M.A. (1999). “Rasim Özdenören Denemelerinin Genç Okura Etkisi Üzerine”, İstanbul: Yeni İklim Yayınları, s. 93.
Editörün Notu (Tenâkuz):
‘Öykünün babası’ denilince, ya da düşüncenin kalbine rastlanmak istenilince akla gelen en güzel isim, şüphesiz Rasim Özdenören’dir. Özdenören’in düşünce ufkuna ulaşma amacında kendimizi bulma fikri, bizi öncelikli olarak 'kalbin kendisine' yöneltir. Özdenören’in öykülerini ve fikir yazılarını okuyan herkesin, kendisini -bir parça da olsa- bulabilmesi ise kaçınılmazdır. Ve böylece; biz kendimize yönelik kelimeleri bulabilmede ve eserlerinde gerçeği görmede zorlanmayız. Ancak yazılarını 'kendi bakışından' değerlendiren Özdenören'in genel ifadesi; “Hâlâ yazmak istediğimi yazamadım; ‘insanın bir anlık yaşantısını resmedebilir miyim acaba’ çabası vardı içimde, hâlâ da var, başaramadım ama bence başarabilirim, ama henüz o portreyi çıkaramadım” şeklindedir. Oysa bizler, kelimelerinden kalbimize ve gerçeğin kalbine çoktan ulaşmış kişileriz. Siz okuyuculara da ifademizi daha iyi belirtmek amacıyla Asım Gültekin (1999) tarafından yazılan değerlendirme ile beraber, “Rasim Özdenören’i genel bağlamda gençler, ancak en geniş anlamda hepimizi kapsayan” yazısını sunmak istedik, saygılar.
Yorumlar
Yorum Gönder