Ana içeriğe atla

AKIL HANDİKAPI - SAMİ MERCİMEK


Var olmanın en temel öznesi seçim yapan akıldır.
Bizler bu hayatın içerisinde, bir içerik üretme halindeyiz. Ürettiğimiz ve keşfettiğimiz her şey aslında gözden zihnimize yansıyan şeyi daha anlamlı ve güzel kılmak içindir. O kadar tabii olandır ki bu durum, oysa biz, suni bir yeniliği katmak için yanıp tutuşuyoruz. En basit gereksinimlerimizi bile şekillendirerek, en doğal eylemlere biçim vererek yapıyoruz bunu. Çevreliyoruz aklımızla her şeyi. Kuşatmak istiyoruz her var olanı. Sığsın istiyoruz her şey zihnimizin sınırlarına -ki- onu da biçimlendirelim, bir yeniye dönüştürelim diye.
Ben bir ilahiyatçıyım. Amacım insani aklın hudutlarına sığdırarak ürettiği, biçim verdiği şeylerin ötesindeki hakikati kavramaya çalışmaktır. İşin gülünç tarafı işte burada, bir paradoksa şahit olmamızdan kaynaklanır. Çünkü insani aklın ürettiği ile hakikat arasındaki farkı kavramaya çalışırken de yaptığım aslında şu oluyor: ‘Hakikati yine insan aklı içerisine sığdırarak insan aklınca anlamlı hale getirmeye çalışmak.’ Başa sarıyor işte bu noktada mevzu. O halde ne yapmam gerekiyor? Nasıl varoluş ve hakikat ile ilgili bilgileri insan aklının hudutlarından kurtarıp anlamlı hale getireceğim.
Teolojik cevap, bunu yapacak kişinin Tanrı olduğunu, yapılacak şeyin de vahiy/ilham/mucize gibi unsurlar ile gerçekleşme yönünde olduğunu söylemektedir. Lâkin bunlara bile bin bir çerçeve oluşturulmuş; insan aklının tezgahında. O halde bu paradokstan çıkmak için ne yapmalıyım? Bir cevap mahiyetinde şu dalgalanıyor dimağımda:
İnsani aklın işleyiş mekaniğinin dışına çıkamıyorsam önce yapmam gereken şey onu tüm yönleriyle kavramaya çalışmak olmalı ki onu her gördüğüm yerde tanıyayım, kokusunu alayım, göz kırpayım onun yaşanmışlığına. Böylece en nihayetinde insani akla ait olmayan şeyleri hemen ayırt edebileyim. İnsani aklın menşei olmadığı her şeyi karşılaştığım anda duyumsayayım. Böyle böyle hakikati tanıma evresine geçeyim.
Çünkü biz ancak kendimizi biliyoruz. Kendi zihnimizi ve onun karanlıklarını. Lâkin yalnızca, parmak uçlarına sahip olan âmâlarız. Tedirginlik dolanacak parmak uçlarımıza belki; aklımızın karanlığında oluşabilecek bir görüntü ve bir his için. Belki dokunduğumuz hakikati yanlış tanımlayacağız, yanlış tanıyacağız ya da yanından bile geçemeyeceğiz. Fakat ne olursa olsun cevapsız kalmaya, akılla lanetlenmiş oluşumuza baş kaldıracağız. Böylece varoluşumuzun en temel öznesine varacağız: ‘.. Seçim yapan akla..
Ya yaşam okyanusunda dalgalanıp duracağız muammaları gündelik bilgide eriterek ya da başkaldıracağız muammalara; bu belki de bir malihulya. Fakat varoluşumuza anlam katmak istiyorsak, seçim yapmalıyız...
Zihnimin Notu: Peki ya bu da bir içerik üretme biçimiyse?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BALZAC ESERLERİ: RESMİ ‘KOMEDYA’

Balzac her şeyden önce, devrinin adamı olmuştur. Ne tarih, ne de pek moda olan esatir onu, etrafında kaynaşan insan kütleleri kadar teshir edememiştir. Tabiat güzellikleri karşısında pek fazla bir heyecan duymayan muharrir, insanla alâkalı her şeye derin bir tecessüsle bağlıydı. Hayatın akışı içinde karakteristik olan hiçbir şey onun gözünden kaçmazdı. Bilâkis, herkes için en alelâde, en mânasız sayılan şahıslarda, vaziyetlerde, derin mânalar görmesini ve göstermesini bilirdi. Hiçbir sınıfın ve hiçbir zümrenin, mümessili olmamıştır. Cemiyetin bütün tabalarına mensup her türlü insanlar, onun nazarında, aynı derecede merakla tetkike değer birer mevzudur. Ve cemiyet karşısında âzami hadde varan bu objektifliği sayesinde, bütün bu cemiyetin tahlilini yapmaya, devrini bütün hususiyetleriyle eserinde yaşatmaya muvaffak olmuştur. Dante’nin “ İlahi Komedya ”   eserine nazire olarak “ Beşerî Komedya ” ismi altında birleşmiştir. Her romanı müstakil bir birlik olmakla beraber bunların he...

ADRESİNİ BULAMAMIŞ YOLCULAR: MEKTUPLAR - MÜZDELİFE YILMAZ

Mektuplar; adresini bulamamış yolcuları, her satırı adresine ulaşamamış yolculukları ‘kelimeleri’ ile taşır. Gönderenin belli olmadığı, alıcısının belirtilmediği ve adresinin bilinmediği hikâyeleri yansıtır. Gönderenin kimi zaman şikâr kimi zaman aşikâr olduğu, bir türlü adresini bulamayan yolculukların yolcuları... Mektuplar... Ah mektuplar... Tez ulaşan kara haberler, fakat bir türlü ulaşılamayan vuslat haberler yığınıdır. Ahh siz mektuplar: Yazdıkça ilmek ilmek dokunan parmakların nakışları, okudukça kalbe çuvaldızı batıran kara kara kelimeler ve okudukça kuşların sevincini konduran, baharın coşkusunu, kır çiçeklerini umut ezgilerini söyleyen kelimeler yığını... Kalbin kalemle dile geldiği sırlar, gözlerin satırlara akıttığı hasretin gözyaşları... Cephede aylardır ana hasreti çeken Mehmetlerin, ekmek parası diye gittiği yeri kendine yurt edinse de kendi vatanının hasretini çeken Ahmetlerin, yetim bir Zehra’nın, yüzünü dahi hatırlamadığı ve huzurevlerine terkedilmiş Ayşe, Fatma, H...