Ana içeriğe atla

GÖKYÜZÜ TAVAN - DERYA SARA


Tavanı seyrettiğim üçüncü gündeyim. Tam gözlerimi kapatıp ondan uzaklaşacağım anda, inadına karşısına almak istiyor beni. Ve hem de; anlatamadığı onca şey varmışçasına. Dinlemek istiyorum, “e hadi anlat” diyorum. Alay edercesine karşımda duruyor yalnızca. Korkuyorum bazen onunla yalnız kalmaktan ama kapının gıcırtısı kurtarıyor beni. Önce usulca kol iniyor, gıcırtı duyuluyor ardından üç beş adım sesi... Gerisi yok, hep tavan. Her gelişinde tavanın sessizliğine engel olarak bir şeyler mırıldanıyor bana, duyuyorum. Bazen en sevdiğim şarkıları söylemeye çalışıyor, sesi biraz kötü ama yine de mırıldanıyor. Bazen öyle konuşuyor ki karşılık vermek için kendimi zorluyorum ama yok, yine tavan. Tavana daha fazla direnemiyorum, gözlerim karıncalanıyor...
Tavanı seyrettiğim dördüncü gündeyim. Yakınlarda bir pencere olmalı ılık bir rüzgâr gözlerime değiyor sanki. Belki de yanılıyorum, pencere de yok, ve sadece bir klima esintisi. Bir farklılık var bugün tavanda alay etmek şöyle dursun benimle ilgilenmek istemiyor bile. Oysa zihnimdeki görüntülerden sonra en çok onu görüyorum. Alay edilmek hakkım sayılmaz mı? Neydi şimdi bu? Niye sessizdi her yer? Hem gıcırtı nerede kalmıştı? Gelip yine o sesiyle aydınlatmayacak mıydı dünyamı? Sanırım gelmeyecekti, gelseydi eğer tavanım, alay etmeye çoktan başlardı. Oysa bugün yalnızca acıyor bana, hissediyorum. İçim karıncalanıyor...
Tavanı seyrettiğim beşinci gündeyim. Pencere bugün varlığına inandırıyor beni, göğüs gerdiği yağmur damlalarının çarpıntılarından anlıyorum. Ah keşke yağmurun ıslattığı toprağın kokusunu da duyabilseydim. Gıcırtı şimdi burada olsaydı aralardı penceremi, izin verirdi toprağın kokusunun içeriye girmesine. Tavan kırılmasın ama, bir tek o bilirdi içimde nasıl hasretler taşıdığımı. Yağmur bitiyor sanırım, yağmur damlaları penceremi delip geçmekten vazgeçmişe benziyor. Bir delip geçebilselerdi penceremi nasıl mutlu olacaktım. O mutlulukla kalkıp pencereye doğru koşabilecektim, yağmur damlaları sonrası oluşan o uzak gökkuşağına dokunabilecektim, ve belki yağmurdan arta kalan damlaları tenimde hissedebilecektim ama benim gökyüzüm; tavan. Gökyüzüm karıncalanıyor...
Tavanı seyrettiğim altıncı günümdeyim. Zihnimdeki kum saatinin beni aldatmasına kapılıyorum; üç değil, dört değil, beş değil, altı değil tavanı seyrettiğim bilmem kaçıncı gündeyim. Ben tavanı oyalıyorum, ondan ayrılma ümidini içimde yeşerterek bunu yapıyorum; ve bir de işte kum saati... Gıcırtı ise o üçüncü günden sonra hiç gelmedi. Kapı gıcırdadı ama onun gıcırtısı değildi, ve onun adımı değildi gelen. Üçüncü günden beri iki gün ilerleyebiliyordu kum saatim. Kaç kere tekrarı olur bilmiyorum. Çevirdikçe çeviriyorum zihnimin kum saatini hep aynı ümitle..
Ama tavanda alay etmiyor benimle artık, bazen soruyorum ona “eskisi gibi değil miyim?” diye. Beni tarif etmesini istiyorum, anlatmıyor. Tek kelime edemiyor benim gibi. Yine de sormadan edemiyorum;-“Saçlarıma aklar düştü mü? Bedenim nasıl bir yığına dönüştü? Ya gözlerimin içindeki ışık hâlâ yanıyor mu?”- 
Tavan yine sessiz. Nefesim karıncalanıyor...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BALZAC ESERLERİ: RESMİ ‘KOMEDYA’

Balzac her şeyden önce, devrinin adamı olmuştur. Ne tarih, ne de pek moda olan esatir onu, etrafında kaynaşan insan kütleleri kadar teshir edememiştir. Tabiat güzellikleri karşısında pek fazla bir heyecan duymayan muharrir, insanla alâkalı her şeye derin bir tecessüsle bağlıydı. Hayatın akışı içinde karakteristik olan hiçbir şey onun gözünden kaçmazdı. Bilâkis, herkes için en alelâde, en mânasız sayılan şahıslarda, vaziyetlerde, derin mânalar görmesini ve göstermesini bilirdi. Hiçbir sınıfın ve hiçbir zümrenin, mümessili olmamıştır. Cemiyetin bütün tabalarına mensup her türlü insanlar, onun nazarında, aynı derecede merakla tetkike değer birer mevzudur. Ve cemiyet karşısında âzami hadde varan bu objektifliği sayesinde, bütün bu cemiyetin tahlilini yapmaya, devrini bütün hususiyetleriyle eserinde yaşatmaya muvaffak olmuştur. Dante’nin “ İlahi Komedya ”   eserine nazire olarak “ Beşerî Komedya ” ismi altında birleşmiştir. Her romanı müstakil bir birlik olmakla beraber bunların he...

ADRESİNİ BULAMAMIŞ YOLCULAR: MEKTUPLAR - MÜZDELİFE YILMAZ

Mektuplar; adresini bulamamış yolcuları, her satırı adresine ulaşamamış yolculukları ‘kelimeleri’ ile taşır. Gönderenin belli olmadığı, alıcısının belirtilmediği ve adresinin bilinmediği hikâyeleri yansıtır. Gönderenin kimi zaman şikâr kimi zaman aşikâr olduğu, bir türlü adresini bulamayan yolculukların yolcuları... Mektuplar... Ah mektuplar... Tez ulaşan kara haberler, fakat bir türlü ulaşılamayan vuslat haberler yığınıdır. Ahh siz mektuplar: Yazdıkça ilmek ilmek dokunan parmakların nakışları, okudukça kalbe çuvaldızı batıran kara kara kelimeler ve okudukça kuşların sevincini konduran, baharın coşkusunu, kır çiçeklerini umut ezgilerini söyleyen kelimeler yığını... Kalbin kalemle dile geldiği sırlar, gözlerin satırlara akıttığı hasretin gözyaşları... Cephede aylardır ana hasreti çeken Mehmetlerin, ekmek parası diye gittiği yeri kendine yurt edinse de kendi vatanının hasretini çeken Ahmetlerin, yetim bir Zehra’nın, yüzünü dahi hatırlamadığı ve huzurevlerine terkedilmiş Ayşe, Fatma, H...