Ana içeriğe atla

AHLAT AĞACI - ABDULLAH YÜKSEL


Film adını, bazı yörelerde çakal armudu, çördük, gelinboğan adlarıyla da bilinen eğri büğrü, yendiğinde boğazda yumru etkisi yaratıp yutkunmayı zorlaştıran, şekilsiz yabani bir armuttan alıyor. Tıpkı filmdeki toplumsal irdelemelerin insan üzerinde bıraktığı etki gibi... Gövdesi sert ve dikenli olan Ahlat Ağacı sonbahar gibi olgunlaşır, susuzluğa oldukça dayanıklı olan bu ağaç kurumaya yüz tutsa bile, meyve vermeye devam eder. Sert, çorak arazide yetişen, yerel panoramik manzaraların süsleyicisi olan Ahlat Ağacı’nın başkahramanı Sinan’ın hayırsız babası bu bölgenin çevresindeki herkesin ahlatlar gibi olduğunu söyleyecektir: ”Uyumsuz, yalnız, biçimsiz” sözleri ile film ismine gönderme yapacaktır.
Film, Sinan’ın üniversite eğitimini tamamladıktan sonra toplum gözünde çiçeği burnunda öğretmen adayı olarak görülen, iç dünyasında yazar olma hayalleri kuran, hırslı, arzulu, hoşnutsuz, diplomalı işsiz olarak baba ocağına, dönüşüyle başlıyor. Her Türk genci için baba evi, nereye gidilirse gidilsin eninde sonunda dönülecek tek adrestir. Bu durum, nefret etsek de sevsek de sığındığımız yegâne çatı göbek bağınızın kesildiği baba evinden kopmanın imkânsız olması durumdur... Döndüğü taşrada ailesinin durumundan hoşnutsuz olan genç, sınavlara girip ihtiyar babası gibi öğretmen olmak isteyip istemediğine karar vermelidir. Aradan çıkarması gereken askerlik görevi de cabasıdır. İç dünyasında “sınıf öğretmeni olamazsam polis olurum” diyen Sinan’ın tek arzusu parasını denkleştirip romanını bastırmak, babası gibi olmadığını ona kanıtlamaktır. İnsanlara tahammül edemeyen birinin yazar olamayacağının bilincinde olsa da... Çanakkale Çan’da geçen film, Sinan’ın yaşadıklarının günümüz Türkiye’sinde her gencin çetrefilli hayatının kanayan yarasına izleyici önünde tuz serpmektedir. Büyük hayallerle üniversite okuyup, geleceğe umutla bakamayan herkes için, bizim için çok yakın, çok tanıdık küçük bir aile evinin bilindik hikâyesidir. Film, yeni mezun bir öğretmen adayının kendi gibi öğretmen olan fakat at yarışı bağımlılığı yüzünden itibarını yitirmiş, dibe vurmuş babasıyla çatışmasında ana kaynak olarak beslenir.
Komedi filmleri ile başarısını kanıtlamış olan Murat Cemcir’in olağanüstü düzeyde oynadığı (Sinan’ın) babası İdris karakteri, bütün köyden borç para alan ve ailesini yoksulluk sınırına getiren, bir kumar bağımlısıdır. İdris’in eşi tarafından ambargo uygulanan maaş kartı sayesinde ev halkı ayakta duracak bir kısır döngü içinde hayatlarını idâme etmeye çalışmaktadır. İdris’in su kaynağı bulmak ümidiyle evin yanındaki arsada kazdığı kuyunun zoraki arayışı Sinan tarafından gülünç bulunmaktadır.
Taşradaki zihniyet darlığı ve körlüğü nedeniyle Sinan, herkesle temkinli konuşur. Bütün bunların yanında, yazdığı kitabı bastırabilmek için paraya ve bağışlara ihtiyaç duyulmasından önce yakın çevresini sonra farklı otoriteler mevkileri ziyaret etmeye başlar. Emekli imam olan dedesi ise kibirli bir genç memur tarafından ücretsiz vazifeleriyle istismar edilir. Sinan ilerleyen sahnelerde bazı eski arkadaşlarını görür. Sinan, her ne kadar günlük hayatında bilgiç bir tavırla kitabi konuşmaya heveslense de aslında o da diğerleri gibi küfürsüz cümle kuramama alışkanlığından sıyrılamamış bir taşra insanıdır.
Filmin en etkili sahnelerinden biri kuşkusuz Sinan’ın Hatice ile karşılaşma sahnesidir. Nefes kesici bu sahne, ruh hallerinin değişimi ve tonlar ile beraber muhteşem biçimde Tiryaki tarafından yakalanıp yönetilmiştir. Bir harika sahne de daha, hırslı Sinan Çanakkale’de bir kitapçıda meşhur yazar Süleyman’ı (Serkan Keskin) fark eder ve ona gidip danışmaya yeltenir. Süleyman dikkatlice kabul eder ama Sinan’ın söylediklerini kabul etmeme ya da dinlememe nankörlüğünden canı sıkılır ve sadece edebi düzenin gösterişini ve ikiyüzlülüğünü iğnelemek istediği ortaya çıkar. Süleyman inanılmaz öfkelenir, bağırarak Sinan’ı kovar. İzleyici onun nasıl hissettiğini bu sahnede çok iyi görecektir. Sinan yayın masrafları için belediye başkanından para alamayıp, çok okuyan ve böyle projelere destek verdiği varsayılan kum ocağı sahibinin kapısına gitmesi gibi aldatıcı komik bir sahnede Sinan’a empatiyle yaklaşır. Sinan oraya gittiğinde korkunç gerçeklikle yüzleşir. İnşaatçı, edebiyat için sponsor olmakla hiç ilgilenmemektedir, sadece belediye başkanından kazançlı devlet ihaleleri almak için yerel tarihle ilgili bazı kitaplar satın almıştır. Bu sahnedeki eziyet veren hayal kırıklığı ve yapmacık kibarlık, izleyiciler için çok keyiflidir. İktidar sahiplerine ve otoriteye çok yerinde eleştiriler barındıran bu sahneler dudaklarda bir tebessüm bıraktırır.
Elbette her filmin olduğu gibi Ahlat Ağacı’nın da tökezleyen yönleri vardır. Hülasa neredeyse tüm karakterlerin yöre ağzıyla konuşmalarına karşın, kendi de bir ‘köy kızı’ olan Bennu Yıldırımlar’ın İstanbul Türkçesi ile repliklendirilmesi eğreti durmuştur. Kimi devamlılık ve montaj hataları da dikkatli gözlerden kaçmayacak şekilde hafızalarda fotoğraflanır. Bu da işin mutfağında gözden kaçırılan ekseriyeti büyük olamayan dokunuşsal hatalardır. Ayrıca seçilen müziklerin, filme daha oturan tarzda olabilmesi sağlanabilirdi. Ancak Ahlat Ağacı, tıpkı meyvesi gibi, eksiği gediğiyle bazen şekilsizleşen/buruklaşan ancak son tahlilde genel atmosferini koruyarak ilerleyen ve final sahnesinde şaha kalkan bir yapıttır.
Kış Uykusu’ndan 4 yıl sonra gelen film, Cannes’tan ödülsüz dönmüştür. Ancak jüri ve katılımcılar tarafından dakikalarca ayakta alkışlanmıştır. İzleyiciye 3 saat 8 dakika boyunca görsel şölen sunan Ceylan, filmde çıkış yolu arayan genç kuşağın taşra yaşamı, toplumsal ikiyüzlülükler, para odaklı çıkar ilişkileri, aidiyet sorunu, kimlik karmaşası, öğrenilmiş çaresizlik gibi kavramları sinemasında hiç karşılaşmadığımız kadar yoğun mizah anlayışı ve hareketli kamera kullanımıyla işlenir.
Senaryosunu Akın Aksu, Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan üçlüsünün yazdığı, filmin görüntü yönetmenliğini ise Ceylan’ın birçok proje ile birlikte çalıştığı Gökhan Tiryaki üstlenmiştir. Ahlat Ağacı oyuncu kadrosunda komedi filmleriyle tanınan Murat Cemcir ve Güldür Güldür Şov’dan bilinen Doğu Demirkol’un yanı sıra Bennu Yıldırımlar, Tamer Levent, Serkan Keskin, Ercüment Balakoğlu, Hazar Ergüçlü, Kadir Çermik, Kubilay Tunçer ve Ahmet Rıfat Şungar gibi ekrana yüzleri uzak olmayan oyuncuları vardır.
FİLM REPLİKLERİ
“Anlaşılmayana deli demek âdet olmuş.”
“Demir ateşe düşmeden, çelik olmuyor Sinan!”
“Böyle ah demeyi beli bükük bir Ahlat Ağacı’ndan öğrendim.”
“Güzelliğe aşka inanmak kadar ayrılığa da inanmak ve hazır olmak gerekir…”
“Yoksulluğunda post modern bir ambiyans hissediyorum Nevzat abi, ne düşünüyorsun?”
“Zaman dediğin sesli bir testere demişler, kimin dost kimin düşman olacağı belli olmaz.”
“Ortada hayal kırıklığı varsa kader, başarı varsa biz yaptık ettik oluyor nedense.”
“Bırakın hoca, ne kaderi, sen de temelli kestirmeci olmuş çıkmışsın. Hatalar, suçlar, günahlar kader mi olmaya başladı yine? Ortada hayal kırıklığı varsa kader, başarı varsa biz yaptık ettik oluyor nedense.”
“İnanmak dediğimiz şey sonuçta insanın içinde başlattığı bir eylemdir ve güzelliğe ve aşka inanmak kadar ayrılığa da inanmak, hazır olmak gerekir. Yani her güzelliğin sonunda bir kopuş, bir ayrılık pusuda bekler. Madem öyle, o zaman başımıza gelen bu gibi tatsızlıklara, bizi kendi bilinmeyenlerimizle yüzleştiren hayırlı felaketler gözüyle bakmamız gerekmez mi?”
“Aslında o kadar önemli biri olmadığımız ortaya çıkığında neden üzülüyoruz ki hemen? Bunu temel bir aydınlanma anı olarak ele alabilsek iyi olmaz mı?”




                                              


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu