Cahiliye kavramı ele alınırken, İslam öncesi Arap toplumu bu kavrama hep örnek gösterilmiştir. Lâkin buradaki ‘Cahiliyeden’ kasıt, o zamanki toplumun hakikatin mevcut bilgisinden uzak olmalarından dolayı Cahiliye dönemi olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. İslamiyet’in arzda var olması ile birlikte yaşadığımız bu dönem, hakikat bilgisini bünyesinde barındırmasının yanı sıra Cahiliye bilgisini de beraberinde bulundurmaktadır. Hakikat var oldu artık Cahiliye dönemi bitti diye bir şey asla olamaz olmamalıdır. Ki insanın ‘ben hakikatin bilgisine ulaştım artık Cahiliye döneminden çıktım’ demesi bile başlı başına bir tezattır. Çünkü insanoğlu yaşamı boyunca sürekli olarak birçok yeni şey öğrenir. Çünkü cahildir, ve böylece bilgilenir. Öğrenmiş olduğu her yeni bilgi, geçmişte bulunan bilgileri çürütebilir. Bu yüzden kesin olarak ‘ben artık hakikatin bilgisine ulaştım’ demesi yanlıştır. Şayet her ne kadar şu anda insanoğlu hakikat ile aydınlanmış olsa bile, bazı dönemlerde Cahiliye kavramı mutlak olarak yaşanmıştır ve yaşanmaya da devam edecektir. İşte bizlerin bu dönemlerinden bir tanesini de, putlaştırdığımız şeylerdir. Aslında Arapların yaptıkları şeylerin başında (bizlerin kınamış olduğu şeyler) kendi elleriyle yapmış oldukları putların onları yüce yaratıcıya ulaştıracağı bilgisi mevcut idi. Bizler her ne kadar bu vakitte kendimizi ileri bir medeniyet olarak görsek de, bir çok olayda Cahiliye Araplarının yaptıklarını sövgü olarak örnek gösteririz. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır, bizler ‘sövgüyü’argo tabirle ‘küfür’ anlamında kullanmamaktayız. Yalnızca kötülemek için kullanmaktayız, yani ‘Put Şeyleri Kötüleme’ olarak.
Konu ‘putlaştırma’ mevzusu olunca, üniversitedeki Din Felsefesi hocam Erol Çetin’in şu sözü aklıma hep gelir: “Bu çağın ailelerinin en büyük putu nedir bilir misiniz? Çocuklarıdır” derdi. Bu sözün içeriğine baktığımız zaman, aslında yeni ailelerin bunu yaptıklarını söylemektedir. ‘Ne yani şu zamandaki aileler çocuklarını mı putlaştırıyor diyorsunuz’sorusuna gelin hep beraber bakalım. Şu anın yeni aileleri, yani 80 ve 90 neslinin kurmuş oldukları ailelerdir. Şimdi ne var ki o neslin ailelerinde diyeceksiniz. Kafanızı çevirip baktığınız zaman, birçok şeye geç kalmış ve yokluk ile varlığı bir arada görmüş bir nesilden bahsediyorum. Doğdukları döneme baktığımız zaman Türkiye’nin karışık dönemlerinden birisi olduğunu görüyoruz. Buna ek olarak ekonomik olarak refah şu anki kadar yüksek değil, yüksek olmadığı için çocukluk döneminde yokluğu en ağır şekilde yaşayan ve ilerleyen yaşlarda bir nebze de olsa varlığı (refah) gören bilen bir nesilden bahsediyoruz. Yani aslında kendimden ve benim gibi nesillerden. Tam olarak hangi hedefe gideceğini pek bilemeyen, aldığı kararlarıyla kendisini net olarak ortaya koyamayan bir nesil diyebiliriz. İşte birçok sıkıntıyı görüp geçiren bu nesiller, şu an kurmuş oldukları ailelerde o kadar titiz davranmaktadırlar ki, ağızlardan hep şu lafları duyarsınız:
“Benim çocuğum benim gibi yetişmeyecek”
“Benim çocuğum karar alırken benim gibi baskı altında kalarak birilerinin zoruyla bir şey yapmayacak”
“Benim çocuğumun canı ne istiyorsa onu yiyecek”
“Ben okumadım bari, benim çocuğum en iyi yerlerde okusun, öğretim görsün ve donanımlı yetişsin”
“!”
Benim çocuğum, benim çocuğum... Bunun gibi tonlarca laf duyarsınız. Bunun neresi kötü canım deseniz bile aslında olayın iç yüzü bu şekilde değildir. Kendileri ezilerek büyüyen ve yetişen nesil, kendi çocuklarına toz kondurmaz bir halde yetiştirmektedir. 1 yaşına basan çocuğuna kitap veren aileden tutun da, öğretmeni notunu düşük verdi diye okulu basan ailelere kadar birçok örnek bulunmaktadır. “Ağaç yaş iken eğilir” sözünün bütünüyle yanlış anlaşıldığı bir dönemi adlandırmak en iyisi olacaktır.
Bakın sizin çocuğunuz da dünyadaki diğer çocuklar gibidir. Üst düzey hiçbir ayrıcalığı yoktur. Tabii ki siz zorluk çektiniz diye onlar çekmek zorunda değil, çünkü her çağın zorluğu farklıdır. Ama şunu da kesinlikle es geçmememiz gerekir. ‘Hayat dediğim bu mefhum, her şeyi ile inişli çıkışlı bir yoldur’. Bazen düşeriz bazen kalkarız bazen de yükselir en iyi yerlere geldiğimiz gibi dibi görürüz. Bu yüzden sizler sıkıntı çektiniz diye çocuklarınızı el bebek gül bebek yetiştirmeyin. Onlara bu şekilde hayatı öğretemezsiniz. Bırakın her zaman yanında olmayın, tek kaldığında yalnız kalabilmeyi öğrensin. Bırakın her zaman elinden tutup kaldırmayın, düştüğünde nasıl kalkacağını öğrensin. Bırakın öğretmeni kızdı diye okulu basmayın, eğitici, ağacı yaş iken bükebilsin ki ileride onların arkasından küfretmeyin. Bırakın 1 yaşında kitaplarla oynasın, yerlerde sürünsün üstünü kirletsin, hiç çıkmadığı sokağın tadına dizlerini kanatarak varsın. Sizler hayatı öğreteceğim diye yapmış olduğunuz şeylere dönüp bir bakarsanız, Sürekli çocuğunu inşâ eden bir aile görürsünüz. Ama o zaman işte o çocuk adı her neyse kendisi olmaz ki, sizin yaptığınız 4 odalı soğuk bir beton ev olur. Yani duygusuz, düşüncesiz, sevginin, aşkın, sarılmanın ne olduğunu bilmeyen bir çocuk yetiştirmiş olursunuz. Sizler mühendis veya inşaat ustası falan değilsiniz. İnsansınız ve yapmanız gereken insanlığınızın gereğini yerine getirmektir.
İşte Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı ayet sizlere en güzel örneklerden birisidir:
- “Mal ve çocuklarınızın sizin için birer imtihan olduğunu ve büyük mükâfatın Allah katında bulunduğunu bilin.” (Enfal/28)
- “Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Bunu yapanlar mutlaka hüsrana uğramıştır.” (Münafikun/9)
Gördüğünüz üzere, üzerine titrediğiniz bizim dilimizle putlaştırdığınız evlatlarınıza dikkat edin, onlar sizin imtihanınız olabilir ve o yücelttiğiniz evlatlarınızı, sövgü örneği olarak örnek gösterdiğimiz Cahiliye Araplarının yaptıkları gibi yapmayın, Allah ile aranıza sakın koymayın. Ayrıca bu ayetlerde sürekli çocuk ve mal’ın birlikte kullanılması da apayrı bir konudur. Yaptığımız ‘put şeylere sövgü başlığı’ da işte burada kendisini gösteriyor. Yani bu yapılan davranışın yanlış olduğunu güzel bir dille kötülemeye çalıştık. Selametle kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder