İslamiyet’in
yeryüzüne indiği günden itibaren, yapmış olduğu en büyük vurgulardan bir tanesi
de birlik ve beraberlik konusudur. Birçok ayette, hadiste yer alan ve vurgu
yapılan konu her ne olursa olsun, İslamiyet çatısı altında olan insanların bir
ve beraber olması üzerinedir. Bu durum bir savaş halinde, bir kararda, bir
duruş sergilemede veyahut da herhangi bir vakada ortaya çıkıp kendisini
gösterebilir. Bizlere düşen görev ise nasıl bir arada olabileceğimiz konusu ile
ilişkilidir. İslamiyet çatısı altında birleştiğimiz için, öncelikle içinde
bulunduğumuz mülk sahibinin kim olduğunu bilmemiz gerekir. Gerçek Mülk sahibinin
kim olduğunu bilen insan bu dünyada kendisine ait hiçbir mal varlığının da
olmadığını bilir ve birlik içinde bulunduğu yerdeki bütün mülkün, Allah’ın izin
verdiği sınırlar içinde olduğunu kavrar. Bu duruma örnek vermek gerekirse,
geriye doğru dönüp baktığımızda hicret sonrası Ensar ve Muhacir kardeşliğinde
yatan birlik ve beraberlik de görebiliriz. Ekmeğini, tarlasını, evini ve hatta
çok uç görünen birçok paylaşımı hiçbir beklenti içine girmeden yaptığını ve eşi
benzeri görülmemiş bir birlik beraberlik sergilediğini rahatça söyleyebiliriz.
Sadece Ensar ve Muhacir kardeşliğinde de değil, tarihimizin birçok noktasında
sayısız örnekler vardır. Biraz daha zamanı ileri sardığımız zaman Osmanlıyı ele
alabiliriz. Osmanlı döneminde Vakıfların üstlenmiş olduğu sosyal hizmetler ve
bu vakıfların yerine getirdiği projeler bu birlik ve beraberlik kavramının
vücut bulmuş resmi halidir.
İslamiyet’in
temel şartlarına baktığımızda da, farz olan birçok uygulamanın temelinde bu
durumun yattığını söylemek yanlış olmaz. Oruç, Namaz, Hac, Zekat gibi yapılan
uygulamaların temel hareketi birlikte hareket ederek var olmaktır. Dünyanın
hiçbir yerinde, herhangi bir uygulamada binlerce insana aynı anda aynı amaç
için bir uygulamayı yaptırmak imkânsız iken, bu tarafa dönüp baktığımızda insanlar
aynı anda sahura kalkıp oruçlarını tutup aynı anda iftar yapabildikleri kocaman
bir hareket bütününü ortaya çıkarmaktadır. Sadece Oruç değil, Hac uygulamasında
da milyonlarca insanın aynı amaç uğruna bir arada olduklarını ve birlikte
hareket ederek görevlerini yerine getirdiklerini görüyoruz. Namaz konusunda da,
neden sürekli olarak cemaat ile namaz kılmamız gerektiği sorusuna vereceğimiz cevap
ise ortadadır: “bizler ancak hep
birlikte, saf saf durabilirsek var olabileceğimiz” ifadesi üzerine vurgu yapılmaktadır. Aynı cihette Saff
suresinin 4. ayetinde de zorluklar karşısında (savaş gibi) Müslümanların
birbirine kenetlenmiş duvar gibi saflar halinde bulunmaları gerektiği tasvir edilir.
Lakin
gel gelelim ki bugün, İslam’ın en çok vurgu yaptığı bu konuya ne kadar uzak
olduğumuz aşikârdır. Birçok konuda; fikirde, uzlaşıda, söylemde veyahut da
eylemde o kadar farklı kutuplarda yer alıyoruz ki, birlik olmak şurada dursun,
karşımızdaki insanlara karşı kanlı bıçaklı olmuş bir hale geliyoruz. Farklı bir
görüş bildirene ya kâfir ya şu cemaatten ya a b c’ci diye alfabetik etiketler
vuruyor ya da eleştiri yapan herkesi vatan haini bir pislik ilan edip dışlayabiliyoruz.
Ne oldu da bizler, hiçbir şeye tahammül edemez olduk ve her şeye bu kadar ters
tepki verir hale geldik? İnsan psikolojisine baktığımızda, tahammülsüzlüğün
asıl nedeninin “o insanın önündeki birçok
etkenin belirsiz bir halde” olması durumundan kaynaklandığı bilinmektedir. Bu
aynı zamanda bir ruh ve kalp hastalığıdır. Sadece birey nezdinde değil toplum
nezdinde de durum böyledir. Yani bu ne demek oluyor: Amaçsızlık. Eğer ki
insanın hayat yolundaki yolcuğunda herhangi bir amacı olmaz ise ne yapacağını
bilemez ve rüzgarın önündeki bir yaprak misali sağa sola savrulurken, kendinde
bulundurduğu belli başlı düşüncelere karşı yapılan söylemlere de ters tepki vererek
tahammülsüzlük boyutuna geçer. Etrafımızdaki bütün somut, cansız ve kendi özgür
iradesine sahip olmayan varlıkların bir amacı var iken nasıl olur da, canlı,
akla ve hür iradeye sahip insanın bu dünyada bir amacı olmaz. Bu yaşam
sürecinde mutlaka ama mutlaka bir amacımız ve maksadımız olmalı ve bu
maksadımızın adı da “Allah rızası”
olmalıdır. Ki o zaman maksadımız gereğince birçok şeye tahammül etmemiz
zorunluğu ortaya çıkmaktadır bunu bizler ister sevelim ister sevmeyelim. Eğer
ki bugün “Ensar ve Muhacir” bu
birlikteliği nasıl gerçekleştirdi diye bakacak olursak, onların bir amacı olduğunu
görürüz. Bu amaç doğrultusunda “Allah
rızası için” birçok şeye katlanarak bir arada durabildiklerini
söyleyebiliriz.
Hayatta
her ne olursa olsun, birçok noktada siyah ya da beyaz olabiliriz. Ancak bazı
öyle noktalar vardır ki, o noktalarda tam olarak ortada bir arada durmamız
gerekir. Bugün hayatta birçok noktada başarısız oluyorsak bunun temel sebebini
buna dayandırmak da yanlış olmaz. Şu bir gerçek ki; bizlerin bizden başka hiç
kimsesi yoktur, düştüğümüz zaman elimizden bizden başkası asla tutup kaldırmaz.
Renklerimiz farklı olabilir, düşüncelerimiz farklı olabilir, boyumuz, kilomuz,
saç rengimiz farklı olabilir ama eğer ki durmamız gereken konum birlik ve
beraberlik ise hiç kimsenin tereddüt etmeden o konuma gelip safında yerini
alması en güzelidir. Yoksa bu ayrılık oyununa devam ettiğimiz müddetçe yok olup
gitmeye mahkûm bir topluluk haline geleceğiz. Biliyorum La’dan geçip İlla’ya ev
kurmak çok zordur ama; “Şimdi tekrar ne
yapsak ya Rabbi” dememek için, toparlanın bir yere gitmiyoruz.
Yorumlar
Yorum Gönder