Ana içeriğe atla

DENİZ FENERLERİ (3) - MUZAFFER BİLSİN


(İsmet Özel)
İddia etmek, sözcük olarak bir sav öne sürmek, söylediklerinde diretmek demektir. Bu işi gündelik hayatımızın her noktasında büyük küçük demeden sürekli olarak yapar, gelecek hakkında bir sav öne sürer ve bu öne sürdüğümüz savın gerçekleşeceği konusunda türlü türlü yollar bulup iddialarda bulunuruz. Ancak iddia etmek sözcüğünün halk arasında yerleşmiş ve ders çıkarılması gereken en yaygın deyim hali ‘büyük lokma ye ama büyük laf söyleme’ cümlesinde yer alır. Buradaki büyük laftan kasıt büyük konuşmak veya büyük bir iddiada bulunmaktır. İddia etmek sözcüğünü ele aldığımızda ise gördüğümüz şey, hâlâ gerçekleşmemiş olan gelecek hakkında varsayımda bulunmak olarak değerlendirebiliriz. Lâkin bu hâlâ gerçekleşmemiş olan yani kesin olmayan gelecek hakkında bir şeyler söylemek biraz garip olsa gerek. Çünkü gelecek dediğimiz mefhum, belirsizliklerle dolu ucu açık kocaman bir sürpriz yığınıdır. Aslında bir yandan da Allah’ın işine karışmaktır diyebiliriz. Burada sormamız gereken bir soru var elbet. ‘Bizler nasıl oluyor da bilmediğimiz bir gelecek hakkında bu kadar kesin bir iddiada bulunup o iddiamızın arkasında duruyoruz?’ Peki bu arkasında durduğumuz iddia sonucunda karışımıza çıkan ne oluyor.
İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin kitabının giriş kısmında, insanın dünyaya ayak bastığından itibaren ağır bir saldırı altında olduğunu ve bu saldırıların ilkinin fiziki olduğunu söyler. Bir de insanın fikri ve ruhi saldırı altında olduğu durum vardır. Bu saldırıların en önemlilerinden birisinde yine İsmet Özel’in şu sözü önemlidir: 
                          “Allah, insanı iddiasından vurur.
Bu sözden sonra iddia etmek mefhumunu tekrar ele aldığımızda insanın şunu yaptığını görürüz. İnsan bilmediği bir gelecek hakkında kesin bir yargıda bulunarak, yalnızca Allah’ın bileceği gaybi zamanı kendince yorumlar. Allah bu durumu o kuluna göstermek için o kulun, büyük konuştuğu iddiayı ya tekrar karşısına çıkarır ya da o iddianın tam tersini yaptırır. Aslında buradaki vurmadan kasıt şudur: “Eyy insanoğlu, bilmediğin bir gelecek hakkında kesin konuşma. Şayet sen o bilmediğin gelecek hakkında kesin konuşursan alacağın cevapta bellidir, gaybi yalnızca Allah bilir. Yalnız bu vurma tabirinin yanlış anlaşılmaması gerek. Haşa Allah zalim değildir ve kuluna zulmetmez. Bu nokta ucu açık ve yanlış anlaşılmaya müsaittir. O yüzden vurmadan kastı yanlış anlamadan bu durumu imtihan adıyla adlandırmak gerekir.” Ki gündelik hayatımızda da bizler de birçok kez iddia ettiğimiz büyük lafların hepsini afiyetle yediğimiz olmuştur ve sizler de bu durumla çok karşılaşmışsınızdır. Bunların bir tanesine kendi hayatımdan örnek vermek gerekirse, liseye yeni başladığım yıllarda üstat Cemil Meriç’in de etkisiyle ben de; ‘televizyon kurumu kesinlikle boş ve yalanlarla dolu bir yerdir, samimiyetsizdir ve insanlara hiçbir zaman doğruyu göstermez’ düşüncesi gelişmişti. Tabii o tarihten itibaren televizyon ile ilişkimi tamamen kesmiştim, izlemiyordum ve hep şunu söylerdim; ‘benim televizyon ile işim olmaz, kendi evim olursa da kesinlikle almayacağım’. Ki gün geldi devran döndü aradan geçen yaklaşık bir on yıllık süreç zarfından sonra, Rabbim bana bir televizyon kanalında ekmek kapısı açtı ve o yalan dolan dediğim şeylerin birçoğunu bir emir kulu olarak ben yaptım. O yüzden hep şunu düşünmeye gayret ettim. Her ne olursa olsun büyük konuşup büyük iddiada bulunmamak gerekiyormuş. Yoksa Allah, o konuştuğumuz büyük lafların hepsini tek tek ayağımıza dolaştırıyor.
Buradaki en önemli noktalardan birisi de aslında insanın en çok iddiasından vurulmasının altında yatan sebep, o insanın o iddia ile olan imtihanıdır. Yani Allah, insanı en çok neyden imtihan edecekse o iddiasından vuruyormuş. Cahit Zarifoğlu’nun şu sözünü bu duruma örnek olarak vermek en doğrusu olacaktır: ‘İnsan bastırdığı duyguların esiridir’. Yani o bastırdığımız duygular ve fikirler, bizim bir sav olarak kendimizden uzak tutmaya çalıştığımız ama aynı zamanda da uzak tutamadığımız şeylerdir. E haliyle o bastırdığımız her şey bizim açıkça imtihanımız olur. Bazen soyut bir mesele yani ruhu ve fikri bir konu imtihanımız olurken bazen de maddi konular imtihanımız olur. Ayrıca bu noktadan da bir insan, kendindeki en zayıf noktayı görebilir. Çünkü insan bir duyguyu bastırmaya çalışıyorsa, o insan o duygu ile baş edemediği için bastırıyordur ve bu durum kulun zayıf noktasıdır, ki Allah kulunu zayıf noktasından imtihan eder. Çünkü güçlükleri aşabilecek mi, yoksa kendisine isyan mı edecek diye görebilmek için. Hiç kendi hayatınızda dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama hangi yönünüz güçlü ise o yönünüzden pek imtihan olmazsınız. Çünkü o yönden güçlü olduğunuz için o imtihanı rahatlıkla aşabilecek düzeydesinizdir. Yani iddia ettiğimiz ve bastırdığımız her sav ve duygu, bizim birer zayıf noktamızdır ve bu noktalarımızdan imtihan edilmeye yani vurulmaya devam edeceğiz. Rabbim, imtihan olduğumuz bu noktaları kolaylıkla aşmanız için bizlere güç kuvvet versin. Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu