Antoine de Saint-Exupéry’yi hayallerinde canlandırmak isteyenlerin; onu, Ain eyaletinin Saint-Maurice-de-Remens’deki baba malikânesinde, etrafı kolaçan etmekten memnun, dünyayı hayranlıkla keşfeden, Küçük Prens adlı kitabındaki sarı, kıvırcık saçlı çocuk olarak göz önüne getirmeleri gerektir. Hayal kurmaktan hoşlanan bir tabiatı vardı. Eğitimin, çalışmanın baskısını kabul eden bir özgürlüğe gönül vermiştir. İlk şiirlerini yeniyetmelik çağına girer girmez yazmaya başladı; bir evren yarattı kendine göre. Daha o yaşlarda, boş zamanlarının bir kısmını, örneğin yelkenli bisiklet gibi yeni nakil araçları icat etmeye ayırıyordu.
Ergenlik çağına girince, meziyetleriyle övünen, kendisini dev aynasında gören -büyük bir adam- olarak değil düşünce olgunluğuna vaktinden önce eren bir yeniyetme olarak görünür. Hem heyecanlı hem tedbirli, hem sert hem yufka yürekli davranmasını bildi. İri yapılıydı; boyu bir metre seksen dört santimdi. Geniş omuzlarının arasında kocaman, hemen hemen yuvarlak başı, Bretanya kıyısında, fırtınalara göğüs geren bir kayayı andırıyordu. Daima uyanık bir zekanın ışığıyla aydınlanan, oldukça vahşi ama sıcak bir samimilik okunan keskin, şakacı, bazen de alaycı bakışları, ona yaklaşanlara sonsuz bir güven verirdi bir anda. Çok bağlıydı yargılarına; öne sürülen kanıtlar, akla ne derece uygun olursa olsunlar, fikirlerine itiraz edilmesinden hoşlanmazdı. Uzun uzadıya düşündüğü bir uslamada görülen çelişiklikleri bizzat kendisi halletsin isterdi. Ama kalbi, onun kadar yüce, onun kadar soylu bir insan yoktu bu yeryüzünde.
Saint-Exupéry edebiyat yapmaktan daima kaçındı. Okuyucunun muhayyilesini harekete getirmek için konuyu bilgince laflarla süsleyen, ama bu yüzden de doğru gibi görünen hikâyelerin perdesi altında olayların gerçekliğini bozan yazarlarla savaştı durmadan. Savaş Pilotu eserinin bir yerinde, hızla geçen uçağın arkasından uzanan yoğunlaşmış bulutu, buz iğnelerinden meydana gelen bir elbiseye benzetir. Bu, onun hiçbir tiksinti duymadan icat ettiği bir hayal olduğuna göre, yabana atılır cinsten olmasa gerektir. Ama o, kötü bir edebiyatın ağına düştüğü için üzülür, söylediklerini derhal geri alır. İğrenç denilecek kadar saçma bir benzetmedir artık bu. Her çeşit gösterişin, yapmacığın düşmanıydı o. Ölümle defalarca yüz yüze gelen Saint-Exupéry, onun karşısında nasıl davranmak gerektiğini kendi kendine sormuyor. Ölüme her yolu üstünde rastlayışında, ölümü değil de, onu zenginleştirecek yeni bir deneyi, ona verilmesi gereken anlamı düşünüyor. Hayata çok bağlı olan bu insanda böylesi bir davranış şaşırtıyor bizleri.
Dünyanın esrarı üstüne de eğilse, bir milletin soysuzlaşma sebeplerini de incelese, faal bir vazife alıp olayların akışını da değiştirmeye kalksa, tarihin tanımadığı kanunları tarihe zorla kabul ettirmeye de çalışsa, Saint-Exupéry’nin değişmeyen bir amacı vardır; bilincinin genelliği içinde insanı fethetmek. Çünkü insan, kendinden daha üstün bir varlığı kendinde taşıyan bir yaratıktır.
Not: Yazı, ifade edilen (Ibert, 1970) kaynaktan doğrudan alınmış ve gerekli görülen yerler dikte edilerek siz okuyuculara sunulmuştur.
Kaynak (Doğrudan Alıntı):
Ibert, J.C. (1970). “Saint Exupéry”, Çev. Orhan Gürsel, İstanbul: Varlık Yayınları, ss. 336-341.
Editörün Notu (Tenâkuz):
Saint Exupéry eserlerinden Küçük Prens’i okuyan çoğu kimse, gerçekte bu kitabın çocuklar için mi yoksa yetişkin birisi için mi yazıldığını ayırt etmekte zorlanır. Bu durumun temel nedeni işte bu noktada, Ibert (1970) tarafından da ifade edildiği üzere, Küçük Prens’in aslında yazarın kendisi oluşundan kaynaklanır. Saint Exupéry henüz çocuk yaşta büyük bir adam kimliği ile gezinmiş, devamlı hayal kurmuş, yıldızları, gülleri, kuşları ve belki de bu yüzden pilotluğu çok sevmiş, ve tüm bu duyguları bir Prens’te bütünleştirmiştir. Prens’i bırakıp gitmek istemesi gibi, onun da kendisini terk edeceği bilincini taşıyan yazarın; “oyalanma artık, bir kez koymuşsun aklına gitmeyi, çık git” ifadesi, bir insanın aynı anda hem çocuk hem de yetişkin olduğuna yönelik en temel göstergedir. Ve bir anda yazarın o noktada gerçeği söyleyemediği duygusu da olaya dâhil edilebilir. Çünkü son sözü söyleyecek olsaydı Saint Exupéry, belki de şöyle derdi; ‘hiç kaymasan (gitmesen) yıldızım, olmaz mı?’
Hayal dünyası geniş olan Saint Exupéry, gerçekten de saygının gösterilebileceği en yüksek kişidir. Fakat hayallere önem vermesi, ve hayallerini -işte o anda- küçük görmesi, kötü edebiyat olarak nitelendirmesi ifadesinden uzaklaştırılmalıdır. Çünkü insan, bazen makineye bazen bir kuşa bazen bir kuşun asla uçamayışına bazen de kuşun gözyaşına benzer. Çünkü insan, benliğinde her şeyi barındırır. Aklıma böyle bir durumda, olaya derin bir noktadan imzasını atan Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken eseri gelir: Baş karakterin yardım isteyen ama adını bilmedikleri bir adama ulaşma şekli, ilk olarak adını bulma ümidindedir. Yardım isteyen adama, önce ‘Habil’ diye seslenir, ve adamdan olumlu bir tepki alır, daha sonra ise ‘Kabil’ diye seslenir ve aynı olumlu tepkiyi bir daha alır, ve işte o anda baş kahraman, o müthiş ifadesini kullanır; “Bu adam bütün insanlık”.
Saint Exupéry’nin bugün doğum günü güzelliği adına hazırlanmış olan bu yazı ile beraber, insanın hayaline en çok da insanlığı yerleştirmeniz ve insanlığı fethetmeniz ümidiyle, sonsuz saygılar.
Yorumlar
Yorum Gönder