Aydın, ele avuca sığmayan bir mefhum. Tarifi ülkeden ülkeye, çağdan çağa değişmiş. Sonunda tek kelimeye hapsedilmiş mefhum: entelektüel. Bugünki hüviyetiyle geçen asrın sonlarında beliren entelektüelin seçeresine bir göz atalım. Hıristiyanlığın zaferinden sonra düşünce manastıra sığınmış ve Avrupa’nın şuuru olmuş. Avrupa’nın daha doğrusu toprak aristokrasisinin. Feodaliteyle beraber itibarını kaybetmiş kelime. İktidara geçen üçüncü sınıf, aydınlarına filozof denmiş. Sonra filozoflar kozalarına çekilmişler, batı insanının şuurunu temsil edenlere entelektüel (yahut intelijansiya) adı verilmiş. Etimoloji uzmanları entelektüelin XVIII. yüzyıldan itibaren bugünki manada kullanılmadığını söyler ama belli başlı kamuslarda böyle bir iddiayı doğrulayacak kayıtlara rastlamadık. Littre’de de, Larousse’da da aynı güdük karşılıklar... Entelektüel: zihni, fikri, manevi.
Evet... <<Entelektüel deyince hocalar gelir akla, üniversite ve lise hocaları. Bununla beraber aydını diplomayla tarif etmek yine de yanlış. Entelektüel belli bir eğitimden geçecek elbette. Ama bu eğitimin sınırları ne? <<Yarı okumuşlar, ebedi öğrenciler>>, kendi kendilerini yetiştirenler de entelektüeldir; yeter ki bilgilerini sindirmiş olsunlar ve yaptıkları iş kafa faaliyetine dayansın.>>
Entelektüeli istihsal oynadığı role göre tarif edenler var. İtalyan iktisatçısı Loria’ya göre entelektüel (yani şairler, filozoflar, her çeşit yazarlar, hekimler, avukatlar, hocalar) üretici olmayan bir işçidir. Entelektüel, kapitalizme düşmandır, çünkü kapitalist, hizmetine daha az karşılık ödemek için entelektüellerin sayısını artırmak ister.
Entelektüel kavramı, her tarif ve izahta yazarların temsil ettiği ideolojinin damgasını taşımaktadır. ‘Tutucu’ların tahlillerinde ağır basan, mücerred ve umumi. Sosyalistlerin, izahları daha ‘dünyevi’ daha iktisadi. Bir kısım yazarlar aydını ezeli değerlerin bekçisi olmağa çağırırken, bir kısım yazarlar ona içtimai kinleri körüklemesini tavsiye ediyorlar. Komünistlere göre gerçek entelektüel, hayatını devrime adayan ve partinin nass gibi kabul eden bir kafa işçisidir. Kilise-dışı- ilericiler için aydın hiçbir ‘ideoloji’ye bağlı olmamalıdır. Çalışanlar, ezilenlerin yanında yer almalı; daha adil, daha mükemmel bir dünyanın kurulması için açılan savaşta hiçbir disipline, hiçbir şahsa esir olmadan dövüşmelidir. Entelektüel, değişen hadiseler karşısında her an vaziyet almak zorundadır. Vazgeçilmez görevi; tenkit. Gerçek aydın, yalanların peçesini yırtan, dünyadaki bütün haksızlıklara dur diye haykıran ele avuca sığmaz bir zekâ, bir şuur, bir vicdan. Bunun için sürekli bir isyan halindedir.
Not: Yazının tamamından (Meriç, 1975) belirli paragraflar kısaca alınmış ve siz okuyuculara sunulmuştur.
Kaynak:
Meriç, C. (1975). “Gerçek Aydın, Yalanların Pençesini Yırtan, Dünyadaki Bütün Haksızlıklara Dur Diye Haykırandır”, Hisar Dergisi’nden Aktaran, Cafrande Kültür Sanat ve Hayat.
Editörün Notu (Tenâkuz):
Entelektüel bir çiçek kavramına odaklanan zihnim her ân; bir çiçeğin düşünce ufkuna ulaşan güzelliklerini verir. Ve böylece çiçek, büyümede umut aşılayan kökünü (toprağa bağımlı) işaret eder. Her çiçeğin birbirlerinden farklı bir görüntüyü bizlere çeşitli güzellikler ile sunması temel alındığında ise bu nitelik; çiçeğin farklılaşan benliğinde her gün yeni baştan düşünen kimliğin yansımasını -fikrine- katar. Bu noktada durulabilecek en güzel çiçek ise; şüphesiz Cemil Meriç’tir.
13 Haziran 1987 tanımı; büyük bir kütüphaneyi zihninde, fikrinde, yaşantısında, kalbinde taşıyan insanın, artık sadece eserleri ile yaşamaya söz verdiği gündür. Bir çiçeğin zamanı geldiğinde tekrardan tohumuna sarılması gibi, Meriç’in eserlerini okuyan her bir insanın da çiçeklenebileceği kişilik tohumu üretilir. Görme yetisini henüz en kıdemli eserlerini vermeden kaybeden Meriç’e, bu yönden bir pencere aralanarak bakıldığında ise, kitaplara sarılarak ağlayışını ve bir üzüntünün kimliğinin yansıyışını, kalpten hissederiz. Ümit Meriç’in Nihayet Dergi ile yapmış olduğu röportajında bir ifade ise, bizleri tekrardan düşündürür; “babam gece kalkar, kütüphanenin karşısına geçer, ‘hiçbirinizi okuyamayacağım’ diye ağlardı.” Belki de Meriç eserlerini okurken, eserlere en çok da, gören bir kalbin yansıması olarak sarılmak, biz okuyucuların en gerçek ödevidir. Ve bu ödev; “elimize aldığımız eser sahibinin, harfleri görmese de hissedişini anlayabiliyor muyuz” değerlendirmesini görmekten geçer, saygılar.
Kaynak:
Çavdar, F.C. (2019). “Üzüntünün Kimliği”, 21 Ocak, Tenâkuz.
Sönmezışık, B. (2018). “Evimiz Kâğıttan Bir Haneydi”, Aralık, Söyleşi, Nihayet Dergi.
Yorumlar
Yorum Gönder