Ana içeriğe atla

DİLİN SESİ, NEFESİ, YÜKÜ VE KEFENİ; ÖVEN Mİ ÖVÜLEN Mİ DEĞERLİDİR? - ÜMİT KÖKSAL


Kelimelerin insan yaşantısındaki boşlukları dolduran, duyguları filizlendiren, kimi zaman solduran, kimi zaman aksiyona sürükleyen mizacı vardır. -İşte bu yönden- kelimeler dilden, sebepsiz ve tesirsiz çıkmaz. “Dil gönlün, gönül ruhun, ruh da insanın hakikatinin aynasıdır” der Hz. Hüseyin. Bu açıdan dil, bireyin karakterini oluşturan yapıtaşlarından en önemlisidir. 
Her kavramın/kelimenin bir açıklaması ve duhülü vardır. Fıçı içinde neyi barındırıyorsa dışına sızan da odur. Kelimeler tek başına ortaya çıkmaz. Köken; kelimenin ve eylemin kendisini verir. Kelimeler kökenlerine göre araştırılıp, manaları ile analiz edilir. Halk ağzıyla zamanla değişen, kökeninden farklı manaya yönlenen kelimeler de bulunur. “Galatı meşhur lugatı fasihten evladır” sözü buna işaret eder. Deyişe örnek, pişmaniyedir. Pişmaniye kelimesinin aslı peşmine olup Farsça kökenlidir. Yünlü anlamına gelir. Tel tel olan bu tatlı, yüne benzetildiği için bu ad verilmiştir. Ancak, halk arasında ‘yiyen pişman’ diye bir yakıştırma ile anlamlandırılır. Yerken ağza, dudaklara ve ellere yapıştığı için böyle bir yol seçilmiştir. Gerçek anlamı ise -çoktan- unutulmuştur. 
Milletlerin tarih boyunca birbirleriyle kültürel, ticari, siyasi, sosyal açıdan ilişkilerde bulunmaları; akınlar, ilhaklar, sömürüler, özerklikler ile aynı toprakta yaşayan, konuşan, yıllarca beraber olan halkların dilleri arasında kelime alışverişlerini oluşturur. Her dilin kendine has yapısı ve seslendirilişi vardır.  Farklı dillerden gelen seslendirilmesi güç olan yabancı kelimeler gerek ses gerek ise anlam kaymaları oluşarak Türkçeleştirilmiştir. Bu kelimelerin nasıl geldiğini, nereden türediğini anlayabilmek gerekliliği hissedildiğinden araştırma konusu ve kavramı ortaya çıkar.
Kelime kökenini araştırma bilimi, ‘Etimoloji’ olarak bilinir. Etimoloji sözcüklerin kökenini, evrimini ve adaptasyonunu inceleyen bilim dalıdır. Etyman bir şeyin aslı ve doğrusu demek iken, loji kavramı bir çalışma alanını ve akademik disiplini tanımlar. 
Kelimeler ki, uğruna yıllarını veren sanat adamları yetiştirir. Kelimeler ki şairlere hayat, devlete marş, ibadete niyaz, aşka hitap, derde deva kaynağıdır. Okun yönünü ne tarafa çevirirsen o tarafa gider. Kalp de incitir, kalp de sevindirir. Dile hükmeden insanlar, kalbin de hakimidir. 
Divan edebiyatında kelimelerin mecazi ve imgesel yan anlamları, istinat ettikleri manaları vardır. Dil’in manası gönüldür. Gönül manasına örneği, Nef’inin gazeliyle verelim. Gamın da gelse dile bais-i meserret olur” (gönle senden gam da ulaşsa/değse, bu benim için sevinç sebebi olur).
Dil’e yüklenilen mananın değerinden insanın irade, fikir ve hareket yönündeki alanlarını kapsadığı anlaşılır. Bu da gösteriyor ki kötü ve güzel kelâmlar kişinin varlığının özünden çıkar. Temizliğini veya kirliliğini kişinin dilinden anlayabilir bir insan.
Dilin etkenlerinden biri, coğrafyadır. Coğrafyaya göre konuşma tarzı ve konuşma hızında değişiklikler vardır. Coğrafyadaki hava sıcaklığı, gelenekler, dini yapılar iç etkenlerden birkaçıdır. Karadeniz bölgesinde yaşayan halkın, horun ve kolbastı gibi oyun yapılarıyla hızlı mizaçları vardır. Bu mizaçla hızlı bir konuşma üslubu/ dil hızına sahiptir. Akdeniz ve Ege bölgesi yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı bir Akdeniz iklimine sahiptir. Coğrafyadaki sıcaklığın harekete verdiği etkiyle zeybek, mengi ve harmandalı gibi yavaş oyunları ve bu bağlamda hızı düşük konuşma mizaçları vardır. Aktarılan iki örnekle beraber, coğrafya etkisinin dilin yönlenişine/hızına dair etkisi olduğunu düşünüyorum.
Dilin özelliklerini birer birer sıraladık. Gönül ile irtibatını kurduk. Halk arasındaki mana değişimine değindik. Kelimelerin ruhunu, kökenini ve sesleniş biçimlerini de açıkladık. Son olarak dilin bir kültür taşıyıcı özelliğine de değinmek gerekir. Dilin korunması milli varlığın korunmasına müsavidir.  Milleti ayakta tutan bilim, sanat, edebiyat, masallar, müzik, din, ahlak anlayışı dilin taşıyıcı özelliğiyle korunur. ‘Beşerde gen neyse devlette de dil odur’. Bu duruma yönelik bir ifade ise Nurullah Ataç’tan gelir;
Dil bir medeniyet olayıdır. Bir medeniyetin kurduğu dil, başka bir medeniyetin düşündüklerini söyleyemez. Yetmez onu söylemeye. Bir ulus, medeniyetini değiştirdi mi, dilini de değiştirmek zorundadır.
Dil korundukça, Yunus Emre gibi isimler, yılları aşar ve milletlere ulaşır. Dile yönlendikçe de çıkacaktır zamanın tevilinden oluşan Yunus Emre’ler. Tercih bizim. Temayül hareketimiz (action) sürekli övgüden bize ayrılan yaşamın içinde midir, sonunda mıdır; karar verelim. Öven mi övülen mi değerlidir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu