Ana içeriğe atla

ÖNÜM ARKAM, SAĞIM SOLUM SOBE - MUHAMMET KORHAN


Yok olmak ile var olmak arasında bocalayıp duruyoruz. Varoluş gerçeğini unutarak, yahut varoluşumuzun üzerini örten geçici ân yaşamalarıyla ömrümüzü heba ederek; oldu diyoruz ve sonra bir başka eksiklik daha...
Gönlün iç âlemini kapayan ne kadar engel varsa, hepsi de basiretsiz bırakıyor, görmek istediklerimizi ve görünene dalabilmemizi engelliyor. Bu mücadele bizi yoruyor, üzüyor; ve en kötüsü de öldürüyor. Kapıları açmak kolaydı; ama kapıları açıp içeriye girmek ne kadar da korkunç. Tek bir adım atmanın karşılığında ayağımızı kaybetmekten korkmak. Korkuyoruz çünkü, hakikat ulaşılması zor bir diyar olduğunu bize defalarca kez kabullendirmiştir. Kabullenmek ama kabullendiğimizi bilmemize rağmen hakikati eşeleyip durmak... Parçadan bütüne olan bu yolculukta düşünce dünyamız tarumar olurken, yeni tecrübeler kazanıyoruz...
Benliğimizden sıyrılmak; bir başka ‘ben’ ile tanışmak hasebiyle hakikate, meçhul âleme olan yolculuktan kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz hangi gediği kapatmakla münâsebetdâr? Yeterli mi? Gediği tamamıyla kapatacak olan bu zorlu mücadelenin öz ismi, yoksa başka bir şey mi?  
Hakikat fısıldayan içimiz bozuk bir plak gibi... Tekrar ve tekrar başa dönüyoruz; var olmak ya da yok olmak arasında... Bütün mesele bu mu? Aşılan yolları ya da nasıl düştüğümüzü unutalım mı? Acının ortasında nasıl bağırdığımızı kim duydu? Belki de tek kaynağımız: Teselli olmak
Bocalayıp durmak, kendimizi heba etmek, ölmek, yani ölmeden önce ölmek! Gizeme yakın olman gerekiyor, yani ruha; beden bu yükü kaldıramaz eminim. Ruhta saklı hakikatler.  Ruh ve hakikat, birbirlerine ne kadar yakın durabiliyorlarsa, aynı derecede birbirlerinden o kadar uzakta da olabiliyorlar. Uzaklaşan hakikat ruha ızdırap veriyorsa, yakınlaşmaya da çalışıyor demektir. Hakikat, kendisini ruh ile münasebet halinde olmasıyla bulacak olmalı ki, bizler bulunmayanı da isteyen kişiler miyiz? Kaybetmeyi istemek... O zaman;
önüm arkam, sağım solum sobe!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İSİMSİZ DURAK: SAMAN ÇÖPLERİ - MÜZDELİFE YILMAZ

Kaç kişi bilir  Saman Çöpleri ’nin hikâyesini? Kaç kişi okumuştur, dinlemiştir ya da duymuştur? Sesler hafızamızda bir süre sonra unutulur belki, ama anlatılanların unutulması zaman alabilir. Bende ne zaman ve nerede dinlediğimi hatırlayamadığım bu hikâyeyi -belki bir bakış açısıdır kestiremedim- sizlerle paylaşacağım; “Harmanda arpa, buğday, çavdar biçilmiş, mal sahibinin ihtiyacı olan sap/saman toplanmış ve geriye artık çöp diyebileceğimiz samanlar kalmıştır: Saman Çöpleri. Harmandan geriye kalan Saman Çöpleri’nin her biri bir yaz gününün hafif esen ılık rüzgârında oradan oraya savrulup durmuştur. Kimi Saman Çöpleri toza toprağa karışıp yoğrulurken kimi Saman Çöpleri de kendilerini su üzerinde bulmuştur. Su, boyuna akıp giderken, üzerinde Saman Çöpleri’nin de sayısı artmıştır. Artmıştır artmasına ancak bu artışın getirdiği birlik/kalabalıklık onları her zaman birlik içerisinde ve oldukları yerde tutamamıştır. Kimi Saman Çöpleri akan suyun üzerinde yüzmüş, kimi Saman Çöpleri...