GİRİŞ
Günümüzün modern diye adlandırılan ve gidişatı ile modernlikten ve modernliğin çıkış noktasından uzaklaşan bir insanlık ile karşı karşıya kalınmıştır. Dün sorgulanmış, bugün sorgulanan ve yarın da sorgulanacak olan modern insanlık ve bunun kalıp yargıları zihnimizin bir köşesinde çelişkisini korumaktadır. Aydınlanma çağı ile ortaya çıkan modern kavramı ve bu kavramın getirilerinin kabulü esnasında verilen mücadele, yaşadığımız dünyada kendini tekrardan modernize etmiştir. Ancak bu yeninin yenilenmesi durumu, birtakım sorun ve tehlikeleri de beraberinde getirmiştir. Modernizmin kendini tekrar modernize etmesi, dönemin Aydınlıkçı yazar ve düşünürleri tarafından öngörülmüştür. Ben de bu çalışma kapsamında modernizmin ne olduğunu irdeleyerek eskiyi bırakmak ve yeniyi eskitmenin ne gibi sonuçlar doğuracağına bakmaya yöneleceğim. Ayrıca bu değişimin günümüz insanlık anlayışını ne şekilde değiştirdiğini araştırarak modern değişimi açıklamaya çalışacağım. Böylelikle modern olanın gerçekte ne olduğunun anlaşılması sağlanacaktır.
1. Modernlik Kavramının İncelenmesi
Jeannire tarafından geliştirilen modern kavramı, “Yeninin ya da yakın zamanın eş anlamlısı halinde tasvir edilir. İster olumlu isterse olumsuz değerlendirilsin, gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara ‘modern’ denir.” şeklinde belirtilmiştir (Aktaran Atakul, 2018). Bu tanım üzerinden modernin yeni olan her şeyi kapsadığı görülmektedir. Burada aslolan ise, modernliğin etkileri ya da nasıl anlaşıldığı değil, kelime manasının anlaşılmasıdır. Fakat sadece yeni üzerinden modernliği anlatmak mümkün değildir.
Modernlik kavramına ilişkin Anthony Giddens açısından da değerlendirme yapılabilir. Buna göre modernlik, “on yedinci yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerini işaret eder.” şeklindedir (Aktaran Atakul, 2018). Giddens’ın tanımlamasında dikkat çektiği nokta toplumsal yaşam ve örgütlenmedir. Modernin ortaya çıkışı en çok toplumsal yaşamın yapısını değiştirmiştir. Eskiden yani modern öncesi (pre-modern) toplumlarda görülen gelenek ve yaşadığı topluma bağlılık yerini daha çok bilgiye ve birey odaklı olmaya bırakmıştır. Burada gelenek eskidir ve eski olan kötüdür, bırakılmalıdır gibi bir çıkarım yapmak modernin aslına ters düşeceği için yanlış bir tutum olacaktır. Ayrıca Saygın (2016) tarafından ifade edildiği üzere, “modern toplumlarda her ne kadar gelenekten uzaklaşıldığı görülse de tamamen koptuğu söylenemez.” ifadesi önemlidir.
Modernlikte bir diğer odak noktası olan örgütlenme ise başlarda bireyin özgürlüğünü garanti altına almak için oluşmuşsa da daha sonraları bu özgürlüğün garantisi sistem, bireyin biricikliğinin en büyük düşmanı olmuştur. Nitekim günümüzün modernlik anlayışı modernliğin aslından uzaklaşarak kendini, kendi oluşturduğu modern geleneklere hapsetmiştir.
2. Modernliğin Bazı Unsur ve Kavramlarla İlişkilendirilmesi
Modernin tanımında iki nokta üzerinde durulmuştur. Bunlardan birincisi akıl ve mantık, ikincisi ise modernin geleneklerine hapsolmaktır. Birincisinde modern olduğunu düşünen zihinlerin her konuya akıl ve mantık çerçevesinde yaklaşmaları, hayata sadece mantık ve paradoksları ile bakan stoacıları akla getirir. Stoacı düşünürler yaşadığımız dünyaya panteist bir bakış açısı getirmekle beraber doğa ve insan mantığı görüşüyle de yaklaşmışlardır. Doğada yaşanan her olay olması gerekendir ve sorgusuz kabullenilir. Doğa tanrıdır, tanrı da doğadır. Bu sebeple, yaşanan herhangi bir doğa olayı da tanrıya atfedilir. Ruh önemsenmez, bu nedenledir ki acının sadece zihinde var olduğu düşünülerek yok sayma ile giderildiğine inanılır.
Stoacıların bu yaklaşımı doğru olsun ya da olmasın burada aslolan onların kendi akıl ve ürettikleri mantık ile hareket etmeleridir. Olaya bu açıdan bakıldığında stoacılar görünüş itibariyle moderndirler (Dürüşken, 1991). Fakat aynı modernizmin gelenekten uzaklaşmasıyla eskiden ve gelenekten kopamayacağı gibi stoacılar da ruhtan uzaklaşmışlardır, hatta yok saymışlar ancak gerçekte bundan kopamamışlardır. Böylelikle modernliğin insanlığı getirmek istediği nokta düşünüldüğünde sadece akıl ve mantığı sabit olarak dikkate almanın yetersiz, ayrıca nesnel bir tutum olmadığı da görülmektedir.
İkinci noktaya gelindiğinde ise geleneklerden kaçıp modern dünyanın geleneklerine sıkışmak ve bunun farkında olmayarak robotik bir hayat yaşamak Max Weber tarafından öngörülmüştür. Weber bu durumu “demir kafes” metaforu ile açıklamıştır. Modernliğin çıkışında Weber’e göre modernlik anlayışı, “gökle yer arasındaki ittifak ve birliği ortadan kaldırır, bu durum nesnel aklın egemenliğine son verir” şeklinde tanımlanmıştır (Aktaran Karaca, 2008). Burada nesnel aklın egemenliğinin son bulması, öznelliğin ve özgürlüğün ortaya çıkarılması, soyuttan ziyade somut mantığın vurgulanmasıdır. Halbuki bu tutum, sonrasında kendi nesnel aklını kabullenmiştir. Yani, yeni ama eski tarzında bir örgütlenme ortaya çıkmıştır. Tam olarak üzerinde durulan bu süreç için Weber, “bir yandan örgütlerin rasyonel ve ileri bir inşa tarzı olduğunu belirtirken, diğer yandan örgütsel akılcılığın ileri noktaya varmasının bireyleri robotlaştırdığını, davranışlarda tek tipleştirmeye götüreceğini belirtir. Örgütün kuralları çerçevesinde yaşamını sürdüren insan, zamanla bu kuralları içselleştirerek günlük yaşamının bir parçası haline getirir. Bu noktadan sonra örgütler birey ve toplum için, bir ‘demir kafes’ oluşturur. Bireyler bu kafesin dışına çıkamazlar, sınırlı bir alanda, sınırlı davranış kalıpları ile hareket ederler” şeklinde bir yorum geliştirmiştir.
Bu yazılanlar üzerinden düşünüldüğünde ise karşımıza yeni bir edinim çıkmaktadır. Stoacıları mantıkları itibariyle görünüşte modern olarak nitelendirdik, fakat bu modernlik anlayışı, mantık ve mantıksal örgütlenmenin de Weber’in tanımı ile “demir kafes” olduğunu ortaya koyduk. ‘Nitekim nesnel akıldan uzaklaşmamak modernlik değilse, bunun getirisi olan örgütlenmeler de devamında kurgulanmış robotik bir dünyayı karşımıza çıkarıyorsa eğer, stoacıların modernliği sadece görünüşte kalmakla birlikte kalıplaşmış mantıklarını kullandıkları için dünya görüşleri aynı zamanda beyinlerindeki birer demir kafes yapılanmasıdır’ şeklinde düşünülebilir.
3. Modern İnsan Kavramının Günümüzdeki Yeri
Modernlik eskinin terk edilişi ve yeninin benimsenmesidir. Buradaki eski ve yeni birçok kavramla ilişkilendirilebilmekle beraber insanlık olarak da ele alınmaktadır. Günümüz ve geçmiş insanlığı ile karşılaştırmak da modernliğin anlaşılması için gereklidir.
Bu yönde bir bilgi Çalık ve Pınar (2009) tarafından geliştirilmiştir; “Günümüz bilgi toplumu; gerek toplum tipinde, gerek bilgi anlayışında sürekli bir değişim ve gelişimin bir sonucu olarak bugünkü halini almıştır. Bu değişimler toplumları ilk olarak tarım toplumlarına, günümüzde ise bilgi toplumuna ulaştırmıştır.” Buradaki tarım toplumu pre-modern toplum olarak da adlandırılmaktadır. Bu pre-modern toplumlar, geleneklerine bağlı, daha içine kapanık ve aile kültürü gelişmiş toplumlardı. Ata-erkil bir anlayışla oturmuş aile yapısı, kültürlerini ve göreneklerini de koruma içgüdüsüyle hareket ettiği için bir nevi muhafazakâr toplum örneğiydi. Buna karşılık modern toplumlarda gelenekten uzaklaşmış, ataerkilliğin kabul görmediği bir aile yapısı ve bireysel düşüncenin ön planda tutulduğu bir anlayış ve yaşantı mevcuttur.
İfade edilen duruma yönelik farklı bir bakış açısı da Giddens tarafından geliştirilmiştir. Buna göre; “Modern yaşamda bir uygulama sadece geleneksel olduğu için onaylanmaz; geleneğin yanında bilginin de hayat pratiklerinde önemli bir rolü vardır. Geleneğin de rolü vardır, ancak bu eskisine nazaran daha az önemlidir.” (Aktaran Saygın, 2016) ifadesi, alıntıda bahsedilen geleneğin yanına bilgiyi de eklemiş olmak pre-modern topluma kıyasla modern toplumun hayata daha rasyonel yaklaşıyor olmasını gösterir. Tabii ki burada rasyonellik ve mantığın modern toplumlarda öneminin daha fazla olması pre-modern toplumlara bakışta iyi-kötü yargılarının oluşmasına sebep olmuştur. Bu yargılar zamanla eskinin kötü, yenininse iyi olduğu gibi birtakım algılara dönüşmüştür. Halbuki bir olgunun ya da durumun iyiliği ve kötülüğü ile eskiliği ve yeniliği birbirinden tamamen bağımsızdır.
“Rousseau’ya göre insan, onu kötülük yapmaya yöneltecek özelliklerle dünyaya gelmez. İnsanın kötülük yapmasına neden olan tutkular sonradan ortaya çıkar. Ahlaki hayatı yönlendiren temel ilke vicdandır.” (Tüfenkçi, 2017). Yani modern olan iyi, gelenekler ve eski olan ise kötü değildir. Bunlar birbirinden bağımsız kavramlardır ve Rousseau’nun da belirttiği gibi iyilik ve kötülük tutkular ile ilgilidir. Aslolan ise vicdandır.
Bu konunun vicdana bağlanması ile birlikte aslında diğer bir yargı olan sınıfsal farklılığa da ışık tutulmuştur. Modernliği sadece yeni olmaktan ibaret sanan mantıktan uzak zihinlerin bu iyi-kötü yargılarını moderne ve eskiye atfetmelerinden sonra başka bir algı oluşmuştur. Bu da modern olanın sınıfsal olarak üstün olduğunu varsaymaktır. Özellikle de yaşadığımız dünyada modern olmakla hiyerarşi piramidinin en tepesine oturabileceğinin düşünülmesi, aklı mantıkî olarak kullanmadan yeniyi sadece yeni olduğu benimsemenin göstergesidir. Bu tutum modernlikle yıkılan ve Weber tarafında da ifade edilen “nesnel aklın” geri gelmesini çağrıştırır.
Elbette burada sadece aklın da yeterli olmadığını görmek mümkündür. Bu noktada Rousseau tarafından ifade edilen “bireyin özgür gelişimini sınırlayan, ezberci ve dogmatik düşünceye dayalı skolastik eğitime karşı olduğu kadar içinde yaşadığı Aydınlanma çağının insanını, sadece akıldan teşekkül etmiş bir varlık olarak gören rasyonalist ve ilerlemeci eğitim anlayışına da karşıdır.” görüşü önemlidir (Aktaran Tüfenkçi, 2017).
Eski ve yeninin her yönden hem eksik hem de gerekli yönleri vardır. Yaşadığımız dünyanın içerisinde sadece akıl ya da sadece duygu yoktur. Akıl, duygular hepsi birliktedir ve bu kadar çok kavramı içinde barındırabilen yaşamı salt akılla veyahut salt duygu ile anlayıp açıklamaya çalışmak, hatta bunu bütün dünyaya uyarlamak için uğraşmak nihai ve boşa bir çabadır.
4. Modern İnsan Anlayışının Yanlış İmgeleri
“Modern olmak, Marx’ın değişiyle katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği bir evrenin parçası olmaktır. Tüm yerleşmiş ilişkiler, doğurdukları eski değer yargıları ve görüşlerle birlikte çözülüp dağılmakta, yeni oluşanlarsa daha kemikleşemeden eskimektedir. Kalıcı duran ne varsa buharlaşıyor, kutsal diye ne varsa kutsallıktan düşüyor.” (Aktaran Kaya, 2012). Gelenekler kutsal atfediliyordu ve bunların katılığı ise sorgulanamıyor, değiştirilemiyor olmasından kaynaklıydı. Modernin gelişiyle bu katılık yumuşatıldı; gelenekler önce sorgulandı, sonra da değiştirildi. Yani katı olan gerçekten de buharlaştı.
Akıl ve duygular düz bir çizgi olan bu yaşamın iki uç noktasıdır. Bu nedenle orta noktada kalabilmek zordur ve aklın ucuna gidildiğinde duygudan, duygunun ucuna gidildiğinde ise akıldan uzaklaşılır. Modern öncesinde insanlık bu çizginin duygu ucundaydı ve hayatı mantıkları ile sorgulamıyorlardı. Modernle birlikte rasyonel düşünmeyi öğrenen insanlar orta noktaya yaklaşıp sorgulamayı öğrendikçe kalpte kutsal olarak taşıdıkları ne varsa tek tek irdelendi ve mantığa uymayanları terk edildi, unutuldu. Fakat her geçen gün akıl ucuna daha çok yaklaşılmaktadır. Gün gün duygudan uzaklaşılmaktadır. Bunun sonucu olarak sorgulamalar artmaktadır ve kutsal olarak ne kaldıysa yitirilmektedir.
Doğru ya da yanlış olmaksızın bu süreç yaşanmaktadır. Ancak bu aşırı rasyonelcilik önceki bölümlerde anlatılan demir kafesi bizim akıllarımıza geçirmiştir. Orta noktanın kaybedilişi modernin dengesini bozmuştur. Karaca (2008) tarafından belirtilen “Aydınlanma, insanın aklını kullanmayarak düştüğü durumdan aklını kullanarak çıktığı bir dönemdir.” ifadesi önemlidir. Şimdi ise insan, sadece aklın kullanıldığı bir dönemden, kalbin de kullanılarak çıkılabileceği bir süreç içerisine girmek durumundadır.
SONUÇ
Modernliğin tanımından yola çıkarak modernin ne olduğu, modernin hangi amaçla ortaya çıkmışken günümüzde bu amaca ne kadar bağlı kalabildiğinin anlaşılması sağlanmıştır. Günümüzün modernliğinin iyi olan ile ilişkilendirilmesinin doğru bir atıf olmadığını, çünkü iyi ve modernin alanlara hükmettiğini, bir şeyin modern olmasının iyi olarak nitelendirilmesi için yeterli olmadığını açıkladık. Modernin uzaklaşıp kendini tekrar günümüzün modern anlayışına hapsetmesini, bunun vaktinde Weber tarafından “demir kafes” metaforu ile vurgulandığını belirttik. Daha sonra demir kafeslerdeki akılların modernliğin aslından uzaklaşarak kalplerini de akıllarına teslim etmelerinin yani bir Aydınlanma çağına ihtiyaç duyurduğu sonucuna vardık.
KAYNAKÇA
Atakul, Ö. “Modernlik ve Modernleşme”, 1-9.
Saygın, U. (2016). “Anthony Giddens’ın Sosyolojisinde Modernliğin Boyutları”, Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi, 74-76.
Dürüşken, Ç. “Stoa Mantığı”, İstanbul Üniversitesi Felsefe Arşivi Dergisi, 278-306.
Karaca, N. (2008). “Demir Kafes”, Felsefe Ansiklopedisi, 4.
Çalık, D., Pınar, P. (2009). “Geçmişten Günümüze Bilgi Yaklaşımları Bilgi Toplumu ve İnternet”, İnet-tr’09-XIV. Türkiye’de İnternet Konferansı Bildirileri, 87.
Tüfenkçi, S. (2017). “Rousseau’da İnsan Doğası ve Değerler Eğitimi”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 487-506.
Kaya, M. (2012). “Klasik Sosyolojik Perspektifte Modernleşme Tartışmaları”, Birey ve Toplum, 111-132.
Yorumlar
Yorum Gönder