Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

RAÇİNSKİ KADAR: İDEALİST ÖĞRETMEN BAKIŞI- MÜZDELİFE YILMAZ

Raçinski, Moskova Üniversitesi’nde matematik profesörü olarak görev yaparken, ani bir kararla akademik hayatına son vermek ister ve istifa eder. Çok geniş ve kendisi gibi yetişmiş birçok arkadaşı bu kararına tepki verir. Bulunduğu konumu ve bunun ne kadar değerli olduğunu ifade etseler de başaralı olamazlar. Çünkü Raçinski, tüm kariyerini bırakarak kendi köyüne dönecektir. Köyünün zihniyetine, ahlak seviyesinin düşüklüğüne, geri kalmışlığına, ruhsuzluğuna daha fazla dayanamayacaktır. Kendisi gibi bu köyde yaşayan insanların kötülüklerden sıyrılıp başarılı bireyler olacakları inancına sahiptir... Buna engel yoktur... Raçinski bu düşüncelerle her şeyi geride bırakıp kendi köyüne gelince bir şeyleri çözümlemek/düzenlemek çok da kolay olamayacaktır. Kendi köyündeki insanlar bile buradaki çocukların bir gün başaralı olacağına inanmamaktadır. Bu nedenle köyündeki insanlardan destek alamamıştır. Ancak bu destek alamama durumu, onu hedefinden alıkoymamıştır. Çünkü Raçinski hedefine odaklanı

BİRLİK VE BERABERLİK: TAHAMMÜLSÜZLÜK - MUZAFFER BİLSİN

İslamiyet’in yeryüzüne indiği günden itibaren, yapmış olduğu en büyük vurgulardan bir tanesi de birlik ve beraberlik konusudur. Birçok ayette, hadiste yer alan ve vurgu yapılan konu her ne olursa olsun, İslamiyet çatısı altında olan insanların bir ve beraber olması üzerinedir. Bu durum bir savaş halinde, bir kararda, bir duruş sergilemede veyahut da herhangi bir vakada ortaya çıkıp kendisini gösterebilir. Bizlere düşen görev ise nasıl bir arada olabileceğimiz konusu ile ilişkilidir. İslamiyet çatısı altında birleştiğimiz için, öncelikle içinde bulunduğumuz mülk sahibinin kim olduğunu bilmemiz gerekir. Gerçek Mülk sahibinin kim olduğunu bilen insan bu dünyada kendisine ait hiçbir mal varlığının da olmadığını bilir ve birlik içinde bulunduğu yerdeki bütün mülkün, Allah’ın izin verdiği sınırlar içinde olduğunu kavrar. Bu duruma örnek vermek gerekirse, geriye doğru dönüp baktığımızda hicret sonrası Ensar ve Muhacir kardeşliğinde yatan birlik ve beraberlik de görebiliriz. Ekmeğini, tarlas

DERDİ - MAHMUT KARAHAN

Yüzü düşmüştü önüne. Yüzü düşlerinin, Düşmüştü gözyaşlarının Karanlık göğsüne.. İncinen Bazen gider Bazen gittiği yerlerden Gelmezdi. Gelmediği gecelerde İncinmiş kuşları, İncitmezdi. İncinmişti incitmeyen İnci gibiydi İncitmek istemeyen. Ses etmezdi sesine İncindiği yerden  Gönül ehli Çayla muhabbeti demleyen. Ah ne güzel derdi Yandığım yerden yakmam diyen Derdi; Yandığı yerden Kırık kanatlarını sarmak isteyen. / Biraz başka acılar yüklenmeli her şeye Biraz sen, Biraz insanlar.. [14.03.17] / Duracağı zamanı biliyor yağmur, Yağacağı zamanı da. Üstüne basmaktan incinse de gönüller; Islatacağı yarayı da.

AMOK KOŞUCULARI: YOK OLUŞ - MUZAFFER BİLSİN

‘ İnsan insanın kurdu değil, insan kendi kendisinin kurdudur ’ tezinin doğruluğunu Zweig ile tartışırken, bu tezini doğrulamak için bana kendi kitabını -Amok Koşucularını- verdi. Kitapta, bir doktorun kendinde yükümlü gördüğü ‘ herkese koşulsuz yardım etme ’ sorumluluğunu yapmak ile yapmamak arasında kalarak nasıl bir sanrıya tutulduğunu ve bir sırı korumak için kendi içinde vermiş olduğu savaşları anlatmaktadır. Lâkin bizim değineceğimiz nokta burası değildir. Biz yönümüzü, aynı zamanda kitaptaki olay ile de bağlantısı olan ‘Amok Koşucuları’ metaforuna çevirmek istiyoruz. Kitapta yer alan Amok Koşucusu bir hastalıktır. Bir yok oluş hastalığı yani insanın kendi kendisinin kurdu olduğu bir hastalık. Amok Koşuculuğu hastalığı, Ekvator ikliminin ağırlıklı olduğu Malezya ve Endonezya gibi bölgelerde görülür. İklimsel bunalım sonucu, sinir krizlerine giren insanın, hiç durmadan yorulmadan koşmaya başlamasıyla önüne çıkan bütün engelleri yıkarak devamlı olarak koşması, ancak birinin kendi

BURALAR HASRET - MERVECAN ORAK

Birden çıkıp geldi rüzgârın, Denizinden, karama doğru Savruluyor kirpiklerim Baş kaldırırcasına, Pabucu dama atılmış bir görsen. Ellerinde ne var bilmiyorum, Gamzendeki huzur savuruyor beni, Bir yerden, bir yere.. Kış güneşindeki sıcaklık var, zarafetinde. Bir diyardan, başka bir diyara salan.. Hapsetmişsin beni sana Özgürlüğü bulmuş bir kuş gibiyim.. Öylece izliyorum, yüzündeki tebessümü.. Birden çıkıp geldi gözlerin Maviye hasret, Kah bulut, kah deniz Kayboluyorum derinlerinde Birden aklıma çocuklar geldi, Bir bayram günü harçlığını almış Neşeyle hava atıyormuşum gibi hissediyorum. Sen nesin? Hangi diyarların derinliklerine hapsettin bu güzelliği? Sahi ellerindeki bir avuç mavi mi? Hayaller sofrasına davet ediyor. Buralar sen kokuyor, Buralar hasret, Mahkemeye verdim, içimdeki seni Çok fazla haşir neşiriz diye.. Toprak rengine çalıyor bakışların Bir utanç sezdim yüzünde. Şarkının mırıldandığı bu sokak Bana seni söyler;

ÖMRÜMÜN İLK NEŞVESİ - YAĞMUR HİCAP

Bir kez daha yürüsem ömrümün o ilk neşvesine diyorum. O gecenin rengine bir kez daha dokunsam. Yıldızlar dökülse kâğıdıma bir de, Her biriyle sırlarımı paylaştığım. Toplasam ömrümün yamaçlarından kırağıları. Ve biriktirsem hüzünlerimi, Nergis kokulu oymalı bir sandıkta da, Tılsımına abansam. Yaksam tüm sitemlerimi bir gecenin ayazında. Bana sadece kelimelerim kalsa, Bir de ağıtlarım, Kentin üzerine yaktığım. Ben şimdi, Çiçeklerin zarafetine dalarak geçmeye çalışıyorum ötelere. Zira kelimelerimi kaybettim bir iç yangınında. Ben,  Hayat kadar diri, Ölüm kadar gerçektim oysa.   Nerede yitirdim düşlerimi? Hangi zamanın kıyısına vurdu benliğim? Hangi bad-ı sabanın soluğunu kaçırdım ben? Yine açılsın pencerelerim, Hayata salıncaklar kurduğum.   Kurulsun otağıma, Mavilerden çaldığım umutlar. Söylesin dertli şair, yanık kokulu mısralarını.    Ben, Bugünün sancısı,  Dünün hasretiyim. Baştan ayağa bir serzenişten ibaretim...

ANLAR MISIN? - MAHMUT KARAHAN

Taşlı bir yolda yaşlı adımlarım Yorgunum Zihnime sataşmaktan  Kalbin yükünü taşıyamaz, Yalpalarım.. Ağaçlar geride kalır Yalın ayak Yorgun düştüğüm yolları yaşlandırırım Cadde kenarında kurumuş yapraklar Geçmek bilmeyen sonbahar.. Hepsine sataşırım.. Anlattıklarım, anılarım.. Yaşanan geçer, Geçmeyene yaşamak denmez  Anlarım.. Anlar mısın?

BİTEN ÖMÜRLER - MÜZDELİFE YILMAZ

Ömür kavramı lügatte, doğumla ölüm ya da var oluşla yok oluş arasında geçen süre olarak tanımlanır.  Peki yaşıyor muyuz aslında? Ve var olmakta iken mi yok oluyoruz yoksa yok olurken mi var olmaya çalışıyoruz... Yaşıyor muyuz ya da... Yaşıyoruz diyelim... Peki bize biçilen ömrü kim bilir Rab’den başka? Biz bilebilir miyiz, ve bu mümkün mü? Kimi zaman bir olay karşısında, ‘Allah ömür verdiği kadar’ diye söylenen söz geldi aklıma. Sahi kimdir Ömür? Nereden tanışıyoruz onunla? Ne zaman çıktı karşımıza? Mektupçu Agah Efendi ömrü şu sözlerle ifade eder; ‘ ömür, kıymeti bilinmeyen bir misafirdir ’. Şeyh Sadi ise ömrü kara benzeterek; ‘ ömür, temmuz güneşi karşısındaki kardır ’ der. Aslında herkesin ömür tanımı farklıdır. Hangisi en yakın ise fikrimize, bizim için de odur aslında. Ya kıymetini bilmediğimiz bir misafir ya da temmuz güneşi karsısındaki kardır. Çok da güzel yazmışlar, söylemişler ömrü... Sonuç olarak tüm tanımların çıkış noktası bir bitişe denk gelir. Çünkü bizler, süren

SANRILARDAKİ AŞK - ZEYNEP SANDALOĞLU

Bu dünyaya sevgisizlikle geleceğimi hiç ummazdım. Dünyayla ilk mücadelem anne karnında başladı. Rahat edemedim bir türlü annemin karnında. Doğumum zaten ağlamaklıydı. İlk sütümü alamadım. Annem bana meme vermemiş. Sanırım hiç sevmemiş. Babamdan olan her ne varsa hepsinden nefret etmiş. Sıcak bir kucak ararken hep ötelenmişim. Büyümüşüm ve yaşam bir şekilde geçmiş. Bana hayatta ne sevilmez diye sorarsan çok güzel cevaplarım! Çünkü gerçek sevgiyi tatmadım.  Öncelikle hayata tutunma çabam beni benden aldı. Birçok insana bakarım; nasıl yaşıyorlar ve zorluklarla ne şekilde baş ediyorlar, inanın hiç anlamıyorum. Her insan gibi olmayı dilerdim ama olmadı. Bu hayatın yükü bana fazla geldi. Kafamın karışıklığı ve hayata karşı sorgulamalarım genç yaşlarda başladı. Bu düşünceler zamanla karıştıkça karıştı. Gerçek hayattan koptum. İnsanlarla sohbet ederken ân’a odaklanamadım. Aklım, yerden uzakta sanki gökte gibi ama yerle gök arası bir yerde gibiydi. Aklımın ne istediğini çözemedim inanın. B

DENİZ FENERLERİ (3) - MUZAFFER BİLSİN

(İsmet Özel) İddia etmek, sözcük olarak bir sav öne sürmek, söylediklerinde diretmek demektir. Bu işi gündelik hayatımızın her noktasında büyük küçük demeden sürekli olarak yapar, gelecek hakkında bir sav öne sürer ve bu öne sürdüğümüz savın gerçekleşeceği konusunda türlü türlü yollar bulup iddialarda bulunuruz. Ancak iddia etmek sözcüğünün halk arasında yerleşmiş ve ders çıkarılması gereken en yaygın deyim hali ‘ büyük lokma ye ama büyük laf söyleme ’ cümlesinde yer alır. Buradaki büyük laftan kasıt büyük konuşmak veya büyük bir iddiada bulunmaktır. İddia etmek sözcüğünü ele aldığımızda ise gördüğümüz şey, hâlâ gerçekleşmemiş olan gelecek hakkında varsayımda bulunmak olarak değerlendirebiliriz. Lâkin bu hâlâ gerçekleşmemiş olan yani kesin olmayan gelecek hakkında bir şeyler söylemek biraz garip olsa gerek. Çünkü gelecek dediğimiz mefhum, belirsizliklerle dolu ucu açık kocaman bir sürpriz yığınıdır. Aslında bir yandan da Allah’ın işine karışmaktır diyebiliriz. Burada sormamız gere

Mİ / 2 - MAHMUT KARAHAN

Eller mi? Açıldı semaya Kalpler mi? Allah’ı andı yana yana Yanmak mı? Güzeldi yaradan yolunda Gözler mi? Ağladı günahların kıyısında Ah mı? Alınmazdı dünya uğruna Dünya mı? Nefisti, nefis uğruna Nefis mi? Helak edecekti amelleri bir daha Ameller mi? Niyetlere göreydi oku da anla

GÜLEMMA - SAMİ MERCİMEK

Hasret yoluna düşenlere, Türküler söyle yüreğinin en derininden, Sevda harmanını dökenlere, Ümitler üfle kelimelerinin en serininden, Kış şafağa engeldir sanma, Bahar tohuma aşıktır Gülemma. Göklerden kopup geliyor bir heyelan, Semadan rahmetle dökülüyor inci ve mercan, Tabiatı sarıyor bir feryadı figan, Bil ki hepsi ayrı düşmüş diye can ile canan, Aldanma yakutlar bezeli yolların ferahına, Asıl karı delen çiçekler güzeldir Gülemma. Yusuf’un vuslatı kuyudadır, Yunus’un hasreti kıyıdadır, Mecnun’u, kerem eden ki bir bakıştadır, Aşkın altın anahtarıysa hep firaktadır, Küle dönen ateşin közüne kanma, Hasrete düşen gönlün yangını dinmez Gülemma.

KİMSELER VE HERKESLER - MUZAFFER BİLSİN

Yaşadığımız bu dünya ‘Özne’ açısından ikiye ayrılmış durumdadır: ‘Kimseler ve Herkesler’ olarak. İnsanlar, ilk aldığımız nefes ile son verdiğimiz nefes sürecinde yaşadıkları hayat serüveninin birçok noktasında bu iki özneye ayrışmış durumdadır. Bu yaşam serüveni sürecinde, bireyi ilgilendiren bir olay kimsenin umurunda olmaz iken geneli ilgilendiren bir konu da herkesi ilgilendiren bir konu haline gelmektedir. Bu ayrışmanın temeli ise ‘yaşamaktan’ geçer. İsmet Özel ‘ yaşamak umurumdadır ’   derken ‘Kimseler ve Herkesler’in ayrışmış olduğu bu temel noktaya bariz bir çizgi çeker. Bizim bu ayrımı yapmamızın ve ortadaki sorunu göstermeye çalışmamızın sebebi ise, hangi konunun Kimseyi veya Herkesleri ilgilendirmesinde yatmaktadır. Bülent Parlak bey ‘ Benim hiçbir şey umurumda değil, benim her şey umurumda ’ sözünü dile getirirken, Kimseler ve Herkesler’in yaşadığı temel tenâkuzu ortaya koyar.  ‘Banane’ hastalığının at koşturduğu bu zamanda, geneli ilgilendiren bir olay ilk olarak birey

BİLEMEDİM Kİ! - MÜZDELİFE YILMAZ

Perdesiz hangi odanın penceresinde, Hangi kitabın altı çizili cümlesinde, Hangi şiirin gün görmemiş dizesinde bulayım seni bilemedim ki... Ezgisi susmuş hangi türkünün durağında, Takvimin koparılmayan hangi yaprağında, Çıkmazı olan şehrin hangi sokağında bulayım seni bilemedim ki... Sevdanın hangi ikliminde,  Hüznün kaçıncı mevsiminde, Hangi kederin tebessümünde, Hangi umutsuzluğun gülümseyişinde bulayım seni bilemedim ki... Bilemedim ki… Susacak mı çığlıkları kalbin,  Bitecek mi tüyü dilinde hislerin, Ve son bulacak mı bu özlem bilemedim ki!

NEREDE KALMIŞTIK? - MERVECAN ORAK

Kırılan kalbimi en son ne zaman hissettin? Kurulan yolların yıkılışını anlatsam, Adımlarımdaki sızıyı, Bir çığ gibi ağırlaşan kararlarımı, Buralar sessiz, buralar sensiz! Ağlasam çığlıklarımda gezinir misin? İçimdeki şeffaflığı, şuursuz durgunluğu Korkularımdaki korkusuzluğu Yıkık yol kenarına bıraktım sayfalarımı Anahtarını düşürdüğüm kapının, parçalarını kaybettiğim cam kırıklarının, Bir sebebi olmalı Bir sebebi olmalı! Bunca katettiğim yolu bir kenara bırakmamın. Ah bu ben! Tırnak uçlarımdaki yorgunluğu atmalıyım. Sebepsiz duraksadığım kaldırımların Bir sebebi olmalı. Şimdi bir vapura binip çağlayanların, şarkıların ahengine kaybolmalıyım. Sokak çocuklarının etrafında top koşturmalıyım, teri sinmeliydi çizgili kazağıma. Bir tren geçmeliydi dağların arasından! Bunca yolu katetmişken, Bunca yola iz sürmüş, kalemler, kareler bırakmışken şafaklarıma. Şehirlerin kış savaşına karışmış, renklerin süsüne püsüne dalmıştım. Nerede kalmıştık