Ana içeriğe atla

UNUTULAN YER: KUŞEYİ NİSYAN - MÜZDELİFE YILMAZ


Yazıma başlamadan önce sizlerle, başlığın yani “Kuşeyi Nisyan” ifadesinin anlamını paylaşmak isterim. Altı asır, üç kıtaya hükmetmiş bir cihan devleti Osmanlı Devleti’nin kullandığı dil, Osmanlı Türkçesi’dir. Türkçe, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bu dil, çok zengin bir kelime hazinesine sahip. Yazımın başlığı olan Kuşeyi Nisyan, Arapça kökenlidir; “Kuşe” köşe anlamına, “Nisyan” ise unutmak anlamına gelir. Yan yana geldiğinde ise Kuşeyi Nisyan günümüz çevirisiyle “Unutma Köşesi” veya “Unutulan Yer” anlamlarını taşır. Yazımın içeriği ‘unutmak’ ile ilgili olduğu için başlığı, klasiğin dışında kullanmak istedim...
Unutmak, insanoğlunun fıtratında bulunan bir özelliktir. Kimi zaman elinde olan kimi zaman farkında olmadan kaybettiği duygu, düşünce, anlar ve anılardır. Farkında olmadan neleri biriktirir, ve yine farkında olmadan saklar içinde; güzel günler, sözler, gülüşler, iyilikler, kötülükler, anılar, acılar, gidişler, kaybedişler... Unutmak eylemi, kolay gibi görünse de aslında çok zorlandığımız bir meseledir. Unutmak istediğimiz çoğu şeyi unutamayız mesela. İnsan, hayatının bazı dönemlerinde güzel bir günü unutmak istemezken çok güzel bir şiiri unutmaya çalışır. Burada aslında unutmanın olumsuz bir boyut olmadığı görülür. Bazılarımızın hayat felsefesi hep güzel olan üzerinedir. Ancak güzel olan bazı şeyler de unutulmak istenir. Güzel görünen bir şey, bir süre sonra artık güzel olmaktan çıkıp insanda yük olarak şekillenmeye başlar ve güzel olanı unutmayı bir kurtuluş olarak görür. Hayatta güzel olan durumlar ise her zaman, insan içinde aynı yoğunlukta devam etmez. Bir noktada sürekli aynı şeyleri hatırlamak, hatırlamaya çalışmak yıpratmaktan başka bir görev üstlenmez. İşte bu noktada unutmak olumsuz bir durum olmaktan çıkar. Çünkü burada bahsettiğim unutmak bir nesneyi bıraktığın yeri unutmak değildir. Burada bahsettiğim unutmak\unutmaya çalışmak; insanı rahatsız, huzursuz edecek bir izden kurtulmaktır. Bunun farkına varan insan elbette kurtuluş yolunu unutmak şeklinde seçer. Peki mümkün mü? Kolay mı unutmak? Elbette değil... Fakat bunu; unutanlara ve unutmaya çalışanlara sormak lazım. İstediniz ama başardınız mı...? ‘Gerçekten unuttunuz mu’ diye sorduğunuzda evet şu gün şöyle olmuştu diyerek o an aslında unuttum dediği neyse onu unutmadığını fark eder. Alın size ‘unuttun mu’ ifadesinin cevabı. Unutmamış işte. Aklıma burada “anlamak masraflı iştir” sözü geldi. Dinleyin şimdi beni; UNUTMAK MASRAFLI İŞTİR, DENEMEYİNİZ! Denemeyeceğim tabi ki. Unutmak istedikçe hatırlayacağız. Kim ne yaşıyor bilemiyorum ki. Belki unutmak istemeye çalıştığı aslında ‘hatırımdan hiç silinmesin’ dediği bir gündür. Kırgınlığından sokaktaki çöp kutusunun içine attığı hatıra defterinden kopardığı bir yapraktaki “mutluluk gölgen olsun, peşini hiç bırakmasın” yazısıdır. 
Unutmak için atıldı ama unutulmadı. Türlü sebeplerden dolayı ayrılmak zorunda kalan iki sevgilinin birlikte geçirdikleri zamanları unutması ne derece mümkün? Küçüklükten kalma kaç anımızı unuttuk? Bir çocuğun ilk ve en sevdiği uçurtmasını elinden zorla almalarını kim unutturabilir? Bir kız çocuğunun babasını, ‘son görüşünü’ unutması mümkün mü? Değil tabi ki. Kötüyü kimse hatırlamak istemez ama güzel anılar, güzel günler biriktiren insanlar birbirlerinin kalbinde derin izler bıraktıktan sonra ‘unuttum’ demesi zannımca doğru bir cümle olmayacaktır. Yollar ayrılsa bile unutulmaz cümleler bıraktılar; hatıra diye. İlk bakışta unutulmaz bu durum, son bakışta da. Bu insanlar bir daha hiç karşılaşmayacaklar diye bir kural ve kaide de yoktur. Hatta bana göre, böyle bir kural kaide hiçbir zaman olmamıştır. Dünya küçük diyoruz, ve bakıyoruz ki; “hayatta bir daha asla görmem, görmem mümkün değil” dediğimiz birisi, hiç ummadık bir zamanda karşımıza çıkıyor. O an unuttum dediğimiz ne varsa birkaç saniyelik film şeridi gibi hoooop karşımızda. Yine her şey sil baştan. Ve alın size bir unutmak skandalı daha. Hani unutmuştuk. Kandırdık. Kandırıldık. Ama unutmadık. Unutulmadık.  Konu iki sevgiliden ibaret değil, bir kız çocuğundan, bir gülüşten, bir gidişten ibaret değil. Unutmak eylemi üzerine verilebilecek sayısız örnek var. İki arkadaş da olabilir mesela bu konunun merkezinde, bir babaya kızan genç bir kız da... Bahsettiğim işte bu noktada; unutmanın her zaman mümkün olmayan şeklidir. 
En sevdiğiniz kalemi nereye koyduğunuzu unutmak ile bir şehirden ayrıldığın günü unutmak aynı şey değildir. Kaleminizin yerine yenisini alır eskisi gibi yazmaya devam edersiniz, fakat bir şehirden ayılırken hissedilen o hisleri tekrar aynı şekilde hissetmezsiniz. Cahit Zarifoğlu’nun Anılar Defterinde Gül Yaprağı şiirinin başlarında “Anılar defterinde gül yaprağı gibi unutuldum, kurudum” satırları aslında bize unutuldum ifadesini, ‘kurudum’ diyerek saklı tuttuğunu anımsatır. Bir defterin ya da bir kitabın sayfaları arasına sakladığımız bir gül yaprağı ve bir papatya tanesi yok mudur? Vardır. Onu görünce neden oraya koyduğumuzu anımsamak, ‘unutmayı’ istememek demektir. Zaten unutulmasın diye saklanmamış mıdır? 
Zamana bırakmayı deneriz kimi zaman. Zaten hep bunu yapmaz mıyız; unutmaya çalışmak için bile zamanı kullanırız. Ha bugün ha yarın diye diye aslında yarına değil, aylar hatta yıllar sonraya kadar kalbimizde/aklımızda taşırız. Bunun adı unutmak değil, zamana yaymaktır. Unutmak istediğini bile idrak edememiştir ki unutsun. Unuttum derken bile aslında hatırlayan bir varlık ise unutmanın kolay olduğundan bahsetmemiz doğru bir tutum olmayacaktır. Bir şeyleri unutmak varsa eğer, o zaman neden şairler ya da şiirler var. Neden bir şehre girdiğimizde, bir kitabın sayfasını açtığımızda gözlerimizin önünde mazi... Unutmak dediğimiz şey aslında geçmiştir. Bir izin silinmesi değildir geçmiş. Mazidir. Konu ne olursa olsun söz konusu unutmak ise merkez noktada geçmiştir. Unuttum, hatırlamıyorum dediğimiz ne varsa ne unutuldu ne de hatırdan silindi. Her ne ise bu unuttum dediğiniz aslında kalbinizin en derininde bir yerde ya da tarihin tozlu raflarında bir gün hatırlanmak üzere saklanmış bekliyorlar. Bir gün nerede olursak olalım, hangi konumda olursak olalım geçmişten bir şeyler şaha kalkacak. Bu en sevdiğiniz bir kalem de olabilir, en güzel anılarınızın olduğu bir şehir, şairin şirinin bir satırı, kurumuş bir gül yaprağı... Şimdi Kuşeyi Nisyana çekilelim ve unutmak istediğimiz ne varsa önümüze serelim. Kendimize soralım; neleri unutmak istediğimizi, nelerden kurtulmak istediğimizi, hayatımızın hangi dönemini zihnimizden söküp atmak istediklerimizi... Ve bunu neden istediğimizi... Bunun cevabını ise, kalbimiz ve aklımız birlikte verir. Kalp ve aklın bir soru karşısında aynı cevabı vermesi mümkün müdür? Göreceğiz. Unutmak çözüm değil. Ciddi manada unutmak işlevi başarılsa o zaman çözümdür. Ne diyordu Nâzım Hikmet “gitmek sadece bir eylemdir, unutmak ise kocaman bir devrim”. Yani gitmek; unutmak ve unutulmak değildir.

Yorumlar

  1. Unutmak ve unutulmak üzerine harika bir çalışma olmuş 👍

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu