Ahmet Kutsi Tecer ismini babasından, ikinci ismini ise doğduğu yer olan Kudüs’ten, soyadını da Tecer dağından almış 1901 doğumlu bir şairdir. Osmanlı toprakları olan Kudüs’de doğmuş ve ilköğrenimini orada tamamlamıştır. Sonrasında ise sırasıyla; Kırklareli ve İstanbul’da öğrenim görmüştür.
Tecer üniversite yılları dediğimiz Dârülfünun da, çekirdeğini Dârülfünun hocalarının oluşturduğu ‘Dergâh’ dergisine dâhil olmuş ve şiirlerini yayınlamaya başlamıştır. Ve yazdığı tüm dergiler; “Dergâh (1921-1922), Mihrab, Millî Mecmua (1924-1925), Meş‘ale (1928), Görüş (1930-1932), Varlık (1933-1935 ve 1960), Ağaç (1936), Oluş (1939), Yücel (1941), Ülkü (1941-1945), Şadırvan (1949), Türk Folklor Araştırmaları (1949-1980), Türk Düşüncesi (1953-1954), İstanbul, Türk Yurdu (1955-1956) ve Vatan (1957-1958)” şeklinde sıralanabilir.
Tecer, samimi ve mükemmeliyetçi bir insan olduğundan, az ve öz yazmıştır. Bu yüzden hemen her yazdığı şeyi kendince olgunlaştırmadan gün ışığına çıkarmaz ve beklerdi. İlk şiirlerinden itibaren yazdıklarına ve yayınladıklarına ‘nokta’ koyamazdı. Yayınladıklarının az olmasının sebebi de bundandır.
Dönemin tüm şair ve yazarlarının aksine Tecer batı fikrinden fazla etkilenmemiş, Paris’e gittiğinde de Cezayir Halk edebiyatı üzerine yoğunlaşmıştır. Paris’teki tüm anılarını ‘Paris Acıları’ adlı şiirinde kaleme almış ve bizlere sunmuştur. Bu dönem sonunda ise hiçbir akıma kapılmamış hem ruhen hem de bedenen yurda geri dönmüştür.
Sivas’ta öğretmen olarak dört yıl kalmış, bu süre zarfında öğrencileri ile ‘Toplantı’ adlı dergiyi çıkarmıştır. Hiçbir şey onu halk edebiyatından alıkoyamıyordu. Yine aynı dönemlerde dostlar Vehbi Cem Aşgun ve Muzaffer Bey ile birlikte 5-7 Kasım 1931’de ‘Halk Şairleri Bayramı’nı gerçekleştirmiştir. Bu şenliklerde yapılan yarışmada Aşık Veysel birinci olmuş ve aralarında bir dostluk başlamıştır. Aşık Veysel ile birlikte Suzani, Ruhsati, Mesleki, Talebi, Karslı Mehmet gibi halk şairlerinin tanıtılması için de çalışmıştır. Yine aynı dönemlerde ‘Halk Şairlerini Koruma Derneği’ kurarak halk müziğinin tanınması, okullara ve radyoya girmesi için çalışmıştır. Sivas’taki halk evleri ve halk odaları da halk şiiri için çok önemli birer kapılar olmuştur.
Sivas’taki öğretmenlik yılları onu Sivas Maarif Müdürlüğü’ne, oradan Millî Eğitim Bakanlığı’na kadar götürmüştür. Sonrasında ise Adana ve Urfa milletvekili olarak halkı adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi görevini yerine getirmiştir. Bu davası ve bu samimiyeti ona 1941-1945 yılları arsında ‘Ülkü’ mecmuasını ve halk evleri yönetiminin kapısını açmıştır. Yıllarca yaptığı öğretmenlik kariyerini ise asla bırakmamış tüm görevleri ile birlikte öğretmenlikten vazgeçmemiştir. Yeni nesil yetiştirme aşkı hiç bir zaman sönmemiştir. 1966 yılında emekli olduktan sonra adeta emekliliği tüm görevlerin sona ermesine işaret edercesine 1967’de de hayata veda etmiştir.
Kaynak:
Karabulut, M. (2011). “Türk Dünyası Araştırmaları”, İstanbul: İş Bankası Yayınları, Cilt: 33, Sayı: 195.
Kalbe Düşen Notlar:
Her zaman, ‘kitap okumak farkındalıktır ama bir dergi okumak farklılıktır’ derim. Bir de dergi çıkarıyorsanız o zaman işte kendi kendinizin bile tahmin edemeyeceği pencereler, kapılar, yollar açarsınız. Dergi çıkarmak her zaman çok zahmetli ve emekli bir iş ev süreç olmuştur. Geçmişten günümüze bu durum böyle gelişmiştir. Ama dergi vatan sevgisi gibidir bu sevgi anlatılmaz, bu sevgi, gerçek samimiyettir. Tecer bu samimiyetten hiç kopmamış, her zaman ve her şartta dergi çıkarmaya devam etmiştir.
Dönemin getirdiği yenilikler, siyasi olaylar nedeniyle edebiyatımızda bir batıya dönüş ve yeni edebiyat hayranlığı oluşturmuştur. Ama Ahmet Kutsi Tecer tüm bunların aksine edebiyatımızın aslında halk edebiyatında gizli olduğuna inanmış ve bu alanda yürümeye devam etmiştir.
Liyakat ‘yaşamımız için’ her şeydir. Tecer her dönemde aldığı görevleri en iyi şekilde yerine getirmiş olmalı ki, aksi olsaydı eğer böyle görevlerle başarılarla dolu bir hayat ile karşımıza çıkmış olmazdı.
Halk edebiyatı için yaptıkları yeni devlet düzeninde edebiyatımızın batı edebiyatına kapılıp gitmesine engel olmuştur. Özümüzden/bizden olan edebiyatımızı gün yüzüne çıkarmıştır. Eğer o dönemde halk edebiyatı için bu çaba harcanmamış olsaydı bugün günümüzde birçok değerimize ulaşamayabilirdik.
Halk edebiyatından kopamayışı ona tiyatrolarında her zaman eşlik etmiştir. Halk edebiyatının tüm motiflerini tiyatrolarında görmek mümkündür. O da tüm eserlerinde özüne bağlı kalmıştır.
Bugün onu, ölüm yıldönümünde saygıyla anarken şu sonuca vardım; ‘ulaşmak istediğimiz amaçlarımızın tamamında, özümüzden kopmak bize başarı getirmeyecektir’. Aksine özüne tutunamayıp kaybolan kimlikler, elde ettikleri başarıları nasıl tanımlayacaklarını bilemeyeceklerdir. Bizler ise o yol nerede olursa olsun yürümeli ve o köylerden geçmeliyiz. Göremesek de varamasak da...
Yorumlar
Yorum Gönder