Ana içeriğe atla

NİKOLA TESLA: ‘İNSANLIKTA’ YÜKSEK VOLTAJ


İcatlar, yaratıcı insan beyninin en kayda değer ürünleridir. Sık sık anlaşılan ve hak ettiği karşılığı alamayan mucidin zorlu görevi, bilgiyi üreten yaratıcı yeteneğe sahip, son derece ayrıcalıklı bir zümreye ait olmanın verdiği bilinç ve güvenle denemeler yapmanın hazzıdır. Kısa aralıklar haricinde hayatımın çoğunu bu enfes hazzı fazlasıyla tadarak yaşadım. Çok çalışan biri olarak bilinirim, eğer düşünmekle çalışmak bir tutulursa muhtemelen öyleyimdir. Ancak ağabeyimin yeteneklerini hatırladığımda ne kadar başarılı olursam olayım onunkilerin yanında yavan kalacağını biliyorum. 
En ufak bir beceri sergilediğimde, anne ve babamın -uzun bir zaman önce ölen- ağabeyimi hatırlamasına ve acılarının yeniden depreşmesine sebep oluyordum. Bu yüzden özgüvensiz bir çocuk olarak büyüdüm. Halen gayet net hatırladığım bir olayı düşünecek olursak, aptal bir çocuk da değildim. Bir gün arkadaşlarımla birlikte sokakta oyun oynarken yanımızdan geçen belediye meclisi üyesi -varlıklı bir vatandaştı- bize birer gümüş peni vererek alicenaplığını göstermek istemişti. Sıra bana geldiğinde aniden durup, “Gözlerime bak!” dedi. Gözlerimi gözlerine dikip payıma düşen değerli gümüş peniyi almak için elimi uzattığımda,  beni dehşete düşüren bir ses tonuyla, “Hayır, sana yok! O kadar zekisin ki sana verecek daha fazla bir şeyim olamaz!” demişti.
Sahip olduğum yaratıcılığı annemden aldığımı düşünsem de babamın verdiği eğitimin de üzerimde etkisi olsa gerek. Birbirimizin ne düşündüğünü tahmin etme, kurduğumuz cümleler içindeki hataları bulma, oldukça uzun cümleleri tekrar etme veya kafadan hesaplama yapmak gibi zekâ geliştirmeyi içeren pek çok alıştırma yapardık. Hiç şüphesiz ki icatlarımı yaparken son derece yararını gördüğüm bu araştırmaların amacı hafızamı güçlendirmekti. Annem birinci sınıf bir mucitti, inanıyorum ki çağdaş hayatın çok yönlü imkânlarına sahip olsaydı en büyük mucitlerin başında gelirdi.
Aslında kendimi geç keşfetmemin daha önemli başka nedeni vardı. Çocukluğumda tuhaf bir hastalığın pençesindeydim; sık sık gözümün önünde ışıklar çakıyor, görüntüler beliriyordu. Bu görüntüler gerçek nesnelerin görüntüsünü bozuyor, bir yerden sonra idrakimi ve hareketlerimi kısıtlıyordu. Gözümde canlanan bu görüntüler, hayal ürünü değildi, mutlaka daha önce görmüş olduğum şeylerin veya başımdan geçen olayların görüntüsüydü. Bu hastalığım icatlarıma yoğunlaşmama fayda sağladı. Hayal dünyam gelişmiş, herhangi bir modelleme, çizim ya da deney yapmadan hepsini zihnimde canlandırabiliyordum. 
Belli bir yaşa geldiğimde kendimi, ailemi oldukça endişelendiren kumar çılgınlığına kaptırdım. Annem insan doğasından anlıyordu ve biliyordu ki, bir insanın kurtuluşu ancak kendi çabasıyla gerçekleşebilirdi. Gayet net hatırlıyorum; bir öğleden sonra kumarda bütün paramı yitirmiş ama yine oynamak için büyük bir tutkuyla yanıp kavrulurken annem elinde bir tomar parayla çıkageldi ve “Git, tadını çıkar. Sahip olduğumuz her şeyi ne kadar erken kaybedersen o kadar iyi. Bunun da üstesinden geleceğini biliyorum” dedi. Çok haklıydı. Kumar tutkumu hemen o an yendim. Aslında bu sadece tutkuyu yenmek değildi; aynı zamanda onu bir daha geri gelmeyecek ve içimde zerresi kalmayacak şekilde söküp atmıştım. O zamandan beri kumarı ancak diş karıştırmak kadar ilgi çekici buluyorum. Böylece hayatımı kurtarmakla kalmayıp çoğu kişinin fedakârlık ya da yoksunluk olarak gördüğü bu durumdan büyük bir haz duydum.
NOT: Tesla’nın Electrical Experimenter dergisine kendisini anlattığı “ilk yıllarım” başlıklı yazısından derlenen kaynaktan (Barut, 2018) alınmıştır.
Kaynak (Doğrudan Alıntı):
Tesla, N. (1919). “İcatlarım”, Çev. Nurhan Barut, 1. Baskı (2018), İstanbul: Zeplin Kitap, 7-23.

Editörün Notu (Tenâkuz):
Frekans kavramı, birim zamandaki titreşim sayısını ifade eder. Kalpte titreşim oluşturmak ise, her mucidin harcı değildir. Yüksek voltaj, akımın oluşması için elektronların elektrik devresinden geçişini temsil eder. Yüksek voltajın frekansa bağlı gücü, elektrik akımının şiirsel dilinde; Nikola Tesla’dır. Tesla’nın hayatına ve belki de hastalığına yönelik azmi, kendisine teleskopik ve fotoğrafik hafıza armağan edebilecek muhteşemlikte hastalığına sarılmasıdır. Belki de annesinden, hayatında insan doğasını ‘en iyi şekilde ve en çok neyin etkilediğini’ anlaması da etkindir. Ancak hastalığından kurtulmaktan ziyade, en iyi şekilde nasıl faydalanırım düşüncesini benimsemesi, bana bir arkadaşımı hatırlattı; bir sabah uyandığında, yanında tanımadığı bir adamın kendisine bakışları ile uyanan arkadaşım, saatlerce yanından gitmesini beklediğini, söyledi. Bunun için doktora gitmiş, tedavi sürecine başlanmış ve kendisine çeşitli ilaçlar sıralanmıştı. Bana sorduğunda ise temel olarak söylediğim ifade, ‘ona iyi davran, çünkü iyi davrandığın ve sevdiğin her şey bir gün, seni terk eder’ demiştim. Arkadaşım -zamanla- öyle çok sarılmıştı ki ona, bir sabah gitmesinden ve onu bir daha göremeyeceğinden korkmuştu. Ve bir sabah beni aradı, ‘yanımda yok, zihnimde oluşan -gerçek dışı- yaratık bile, ona yoğun bir sevgi sununca gitti’ demişti. 
Ben Tesla’yı en çok da zihninde, sahip çıktığı böyle derinlemesine bir hastalığı, çalışmalarında ve icatlarında en iyi şekilde kullanması aşısından, -şiir diliyle- alkışlıyorum. Ve en önemlisi de, insanlık için ortaya koyduğu çalışmalarda para, onun için bir önem taşımaz. Bunu: “Para benim için insanların ona atfettiği gibi bir değer taşımıyor. Ben bütün paramı, insanoğlunun hayatını kolaylaştıracak icatlar yaptığım deneylerime yatırdım.” ifadesi, Edison ile ilgili bir anısına değinmeyi gerektirir. Tesla’nın hastalığının uzun dönem onu çalışmaktan alıkoyması ve çalışmaya başladığı ilk evrede Edison’un şirketinde çalışması, ona bir hayli utanç verir, ve kendi kendisine, “ben basit bir çalışan, o ise bir şirket sahibi” der. Ancak çalıştığı süreçte parasını alamaz ve kendi çalışmalarına Edison’un el koyması üzerine şirketten çıkar. Günümüzde de çoğunluğun bilmesi gereken en önemli şey işte burada, ‘bir işçinin işverenden daha önemli ve gerekli olabileceği’ üzerinedir. Doğru akımı bulan Edison’un -çok sonradan-, alternatif akım sahibi Tesla çalışmalarını engellemeye çalışması ise ilginçtir; açıklanamayacak kadar ilginç.
Tesla’nın çalışmalarında şiirsel dil dediğimiz ifade, aslında Tesla’nın makinelere olan saygısıdır. Makineleri ya da ekipmanları incelemesi yönünde geliştirdiği çalışmalar, farklı bir açıdan da olsa ciddi bir değerlendirmeyi kapsar. Buna göre ilk açı, ‘insanların etten kemikten yapılma makineler’ olduğu üzerinedir. İkincisi ise, ‘etten kemikten oluşan makinelerin insanlaştırılabileceği’ şeklidir. Makinenin ‘insan’ kavramı ise, robotlardır. Ancak Tesla’nın robot üzerine değerlendirmeleri her daim, insanın işgücünü makinelere devretme ve böylece makine dilini, insanlığa saygıyı gerekli düzeyde sunma doğrultusuna çevirmedir, yani; işgücünün emek gücünü insandan uzaklaştırmadır. Peki ya bizler hiç, bir makinenin bile insanlaştırılabileceği ifadesine, -bu yönüyle- baktık mı? Ya da ne kadar şükran dolu bir insanlıkla baktık, önce bunu düşünmeli. Ve işte bu akımda; iyi ki doğdun N. Tesla.

Yorumlar

  1. Emeklerinize sağlık 🌿

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler efendim, özellikle de zamanınızdan ayırıp okuduğunuz için çok teşekkürler...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu