Ana içeriğe atla

BÜYÜK KALPLERİN FENERLERİ - İLTÜZER OKAN


İnsana yönelik açlık kavramı ‘tek’ bir ifadeyle açıklanamaz. Çünkü insanın fiziksel açlığının yanı sıra, bir de ruhunun açlığı vardır. Fakat insanoğlu, bu iki açlığı birleştirmek yerine ‘genelde’ ayırmayı tercih eder. Doğal olarak ihtiyaçlarının birlikte karşılanması gereken bu açlıklar, biz farkında olmadan birbiri yerine geçer ve bizler ruhumuzu ‘yiyerek’ doyurmaya çalışırız. Halbuki açlık, bir çocuk saflığında ve mutluluğunda görülmesi gereken ve böylece birbirinden ayrılmaması gereken ihtiyaçları kapsar. Ve böylece hem ruh hem de beden gerçek bir doygunluğa ulaşabilir. Ancak şu günlerde, özellikle de ruhumuzu ihmal edip sadece fiziksel açlığa odaklandığımız için, dışımız büyüdükçe içimiz küçüldü; bedenlerimiz ise kalplerimizi sıkıştırır oldu. 
Bu evreye gelişimiz ise çocukluğumuzu geride bırakmamızla başladı. Çocukken küçücük bedenlerde kocaman kalplere sahiptik; ve işte bu yüzden yaşanan her şeye tertemiz yaklaşırdık. Büyüdükçe bunu yitirdik ve ne zaman kalbi kocaman bir çocuk görsek, küçük kalplerimizde saflığımızın özlemini çeker olduk. Ne zaman bir çocuk aklını, yüreğinin sesinde dillendirse bizler hayrete düştük. Fakat her ne kadar o an için ‘çocuktur’ deyip geçiştirsek de sonrasında zorla o çocuğun yüreğini de küçülttük. Şimdiyse yüreğini zorla küçülttüğümüz bir sürü insandan -merhamet dolu- yüreklilik ve insanlık bekliyoruz. 
Halbuki bu halimizi Şeker Portakalı kahramanlarından Portuga’nın, Zeze’yi balık tutmaya götürmeye karar verdiği sırada: “Bildiğim çok güzel bir yer var. Yanımızda yiyecek bir şeyler götürürüz. Sen en çok ne seversin?” sorusuna Zeze’nin verdiği: Seni seviyorum, Portuga” cevabında bile görebilirdik ve böylece belki kalplerimiz de büyümek için daha çok çarpardı. Bu cevapta ruhu doymuş bir Zeze vardı, Portuga ile birlikte olmak onun için her şeyden ve herkesten daha önemliydi. Fakir bir ailenin çocuğu olsa bile ruhunun doyduğu yerde onun için fiziksel bir açlık, daha sonraki bir gereklilikti. Zaten kendisi büyüyünce Portuga’nın ona öğrettiği bu ruh doygunluğunu; “hayatın şefkatli yanını öğretmesi” olarak tanımlamıştı.
Şeker Portakalı’nda ruhu doyuran şefkatti, Reis Bey’de merhamet, Tolstoy’un hikâyesinde ise sevgi... Her zaman için ruhumuzu doyurmamız mümkün olmayabilir, fakat ruhumuzu doyuracağımız duyguyu keşfedip kalplerimiz küçülmesin diye bir köşede elinde ‘ünlem’ ile bekletmek daima yürek fenerimiz olacaktır. Feneriniz hiç sönmesin!
NOT: Kalbi büyüklere ithafen...
Kaynakça:
Vasconcelos, J.M.D. (2019). “Şeker Portakalı”, Çev. Emrah İmre, İstanbul: Can Yayınları. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu