Günlerden Cuma... Sabaha kadar oturup birileriyle dertleşme isteği var içimde. Belki dertleşemem; bilmiyorum...
Hani derler ya ‘şuramda bir acı var’ ya da ‘şurama bir şey oturdu’ diye... İşte o durumdayım. Şuramda bir acı hissediyorum. Neresi olduğunu anlatmaya gerek yok.
Konuya damardan ve darmadağın gireceğim.
Âşık mıyım, değil miyim; bilmiyorum.
‘Gel gör beni Aşk n’eyledi’ diyen Yunus gibi miyim; bilmiyorum... Dergâha doğru odun bulabilirim ama dünyaya doğru adam bulabilir miyim; bilmiyorum...
Ben şimdi onunla beraber aynı havayı solumak için neler vermezdim. Aynı gökyüzüne bakmak için, aynı denizi ve güneşin batışını birlikte izlemek için neler vermezdim.
Ona gelirsek... O, beni şu dünya gözüyle görmek bile istemedi. Ama ben şu hadis-i şerife güveniyorum: ‘Ahirette kişi sevdiğiyle beraberdir.’ Beni şu dünyada ayakta kalmaya dayanak yapan tek sözdür bu hadis. Yoksa nasıl dayanırdım bu acıya? Gerçi bu hadis olsa da ben hâlâ şundan şüpheliyim; ya o beni sevmezse? İşte Allah bu durum karşısında kimin sözünü dinler, bilmiyorum...
Ayağım en ufak bir taşa takıldığında bile yerle bir oldum. Oysa ne güzel olurdu bir şiir okuyup rüzgâra, güneşe ve aya karışmak... Ama ben hiçbir doğa olayını göremeden bu dünyadan göçüp gitmeye karar verdim. Nasıl derseniz eğer, cevabı bir ipte saklı. Ve tek hareket... Gerçekten intihar eder miydim; bilmiyorum. Zaten o kadar intiharı düşünmeme rağmen asla beceremedim. Çünkü o ipe hiçbir zaman boyum yetmedi. Ben de teselliyi yollarda aradım. Çok gezdim, çok dolaştım; ayaklarım su toplayıp patlayıncaya dek yalın ayak dolaştım. Baktım ki olmuyor, kendimi sahillere, deniz kenarlarına attım. Ama bu dünyayı bu şekilde terk etmek hali, kendimi dünyadan bu kadar soyutlamak bana çare olur mu bilmiyorum.
Ben şu hayatta her zaman her şey iyi olsun demedim. Elbette yolunda gitmeyen işlerim de olacaktı. Ama bu kadarını yani her şeyin bu kadar ters gideceğini tahmin edemedim. Bazen düşünüyorum. ‘Nerde hata yaptım lan acaba?’ diyorum. ‘Bir şeyler ters gidiyor. Göz göre göre ters gidiyor ama ben sadece bakmakla yetiniyorum. Kolay mı lan bu işlerin böyle, hani nasıl derler; suyun tersine akması gibi?’ diyorum. Ama gelin görün ki maalesef kolaymış; onu anladım. Ve tekrar gelin görün ki bunlardan da bir ders çıkarılması gerekiyormuş; bunu da anladım. Ben ise ders çıkarabilir miyim; bilmiyorum.
Rüzgârın tersten esmesi beni aldı götürdü, hem de hiç bilmediğim yerlere... İşte bunu hesaba katmamıştım. Ben sandım ki rüzgârı arkama alırım, o da benimle gelir, gökyüzündeki yıldızlar da... Ama ne rüzgâr geldi peşimden, ne de yıldızlar. Bundan sonra da gelir mi gelmez mi; bilmiyorum.
Ben haklı olmanın mutluluğunu istemiyorum. Daha basit mutluluklar da bana yeter. Vallahi de billahi de yeter. Ama şimdi bir bardak çay ya da bir fincan kahve muhabbeti de yapmayacağım.
Ben hep en yükseği hedeflemem. Çünkü en yükseğin bir sonu yok. Ben hep en dibi isterim. Çünkü artık, başka çarem yok. Ama bir de işin şu tarafı var. İnsan en dibe battıkça bir dip daha olduğunu keşfedebiliyor. Ve insan dibe battıkça ayağa kalkmak için bir bahanesi oluyor. Fakat tekrar ayağa kalkabilir miyim; bilmiyorum.
Eğer ki bu aşk meşk muhabbetleri yüzünden beni yargılayacak olursanız ya da daha kötüsü, beni yok sayacak olursanız, zaman dediğiniz şeyi alır yüzünüze fırlatırım. İstemem! Alın sizin olsun. Ama işte o zaman ben size derim: “İşte bu. Haklı olmanın mutluluğu... Haklı olmanın lüzumsuz mutluluğu...”
Şimdi dönelim başa...
Âşık mıyım değil miyim, diye sormuştum. Âşığım... Hem de delicesine... Ama şunu söyleyebilirim. Onun uğrunda kendimi o kadar harcadım o kadar heba ettim ki... Koskoca ‘ben’den şu kadarcık bir ‘ben’ kaldı. İşte bu yüzden; kendime yaptıklarım için, ona bu kadar değer verip göklere çıkardığım için, kendimi de yer ile yeksan ettiğim için kendimi hiç mi hiç affetmeyeceğim. Artık gideceğim buralardan. Kaderimi bavuluma saklıyorum. Kendime verdiğim cezayı vicdan mahkememde çoktan onayladım.
Yorumlar
Yorum Gönder