Ana içeriğe atla

SOMUTSAL DUYGULAR KUBBESİ - SERPİL TOPAL


Bugün biliyoruz ki duygu denilen unsur; bir olay, kimse ya da nesnenin insanın iç dünyasında oluşturduğu, uyandırdığı yankı, etki, tepki, izlenim... Halk dilinde ise duygu denilince akla gelen ilk şeylerden birisi soyut oluşudur. Ve bizler de bütün duyguların soyut tarafını yakalamaya çalışırız. Ama insan için bu her ne kadar soyut olsa da bir noktada bir hareket ile somut duygular haline ulaşır. Oyuncağı kırılan bir çocuğun buruk hüznü, fotoğraf çekilmeden önce ‘zeytin’ kelimesiyle insanların yüzünde oluşan tebessümü, düşlerini gerçekleştiren bir öğrencinin başarı hazzı, sahneye çıkan bir tiyatro öğrencisinin göğsünü sıkıştıran heyecanı... Her bir duyguyu öznel olarak nitelendirmek mümkündür, fakat kültür ve geleneklerimiz, yaşadığımız çevre, içinde bulunduğumuz olaylar ve deneyimlerimiz somut duyguların habercisi değil midir? Duygularımızı açıklar iken bile aklımızın her bir köşesini yokluyor ve öne atılmış o duyguyu somutsal boyutuyla açıklamıyor muyuz? Dünyalar kadar seven ve sevgilisinin yüzünü aya benzeten âşık, melodiye benzetilen güzel bir ses veyahut da bahara benzetilen bir ömür... İnsanın doğası gereği somutsal duygular; doğumdan ölüme, yaşadıklarının, hislerinin, karşıt yaşantılarının farklılık bulduğu yerdir. Bu farklılığı kendine özgü normlar ile yansıtmak da insanın duygularını somutsal ele almasıyla gerçekleşir. Bin rengi andıran bir duygu meydana gelirken mutluluğun elle tutulur, sevincin gözle görülür ve hüznün kalbe bastırılması somutsallığı yansıtır. Bir ayna misali insanın iç dünyasına ‘kalbini’ bastırır. Ve insan iç dünyasında neyi yaşıyorsa o duyguya bürünür, duygusu ve o duyguyu yaşadığı kadar da somutsallaştırır. Peki somut olması için beş duyu organına hitap etmesi gerekli mi? Görmesek, duymasak, koklamasak, tatmasak... Bir duygunun soyutluğu, somutluluğu hissedilerek de bilinmez mi? Böylesi bir gerçekliği göz ardı etmemeli. Hem ne diyor Tevfik Fikret;
 “Güzel düşün. İyi hisset, yanılma, aldanma.Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu