Ana içeriğe atla

ESER İNCELEMESİ: YUSUF ATILGAN / CANİSTAN - MÜZDELİFE YILMAZ

      Eser, Yusuf Atılgan’ın son kitabıdır. Eser kapsamında irdelemeler ‘1921’li yıllarda I. Dünya Savaşı’nın ardından kalan Anadolu toprakları... Sınıfsal farklılıklara rağmen kurulan dostluklar, direniş ve işgaller, hesapta olmayan evlilik ve erken kaybedişler...’ şeklinde değerlendirmeleri içerir. 

Eserin İçeriği; 

     Yusuf Atılgan bu eserini Duruşma, Yargıç ve Sanık isimlerinden oluşturduğu üç bölümde değerlendirmiştir. Ancak son bölüm olan Sanık’ı yazamadan gözlerini yummuştur hayata. Olaylar Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde yaşanmıştır. Bu dönemde aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği acımasız, ekonomik çöküşün son evrede olduğu, Türk ve dünyanın tüm olumsuzluklarından etkilenen Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarıdır. Ve tabii ki yeni Türk Devleti’nin kuruluş hazırlıklarının başladığı Kurtuluş Savaşı yıllarıdır. Milli Mücadele direnişlerinin devam ettiği işgal yıllarıdır. Bu zorlu yıllar içinde yazıya alınan çerçeve; dostluk ve aşk öyküsünün bir arada kullanımıdır. 

· I. Bölüm-Duruşma; Bu bölüm, işkence sahnesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır; Selim ve Tokuç Ali. Tokuç Ali, henüz bir yaşındaki oğlu ve hanımıyla işleri kolaylaştırmak için köyden çıkıp bağ evine çıkmıştır ve geceleri de burada kalmıştır. 1921 Haziran’ının serin bir gecesinde bir çetenin baskınına uğramış ve başına inen sopayla bayılmıştır. Gözlerini açtığında bu dönemde işgalci Yunan’a karşı dağlarda pusular kuran çete reisiyle karşı karşıya gelmiştir. Ancak bu çete liderini tanıması kısa sürmüş ve onun çocukluk arkadaşı Selim olduğunu anlamıştır. 

· II. Bölüm-Yargıç; Tokuç Ali, zengin bir beyin oğludur ve Selim onların yanında kalan bir yanaşmadır. Bağlarından atlarına kadar pek çok işlerine küçük yaşlarından itibaren koşmuştur. 8 yaşına kadar birlikte kardeş gibi yaşarlarken Selim bir gün sebepsizce gitmiştir. Ne annesine bir şey söylemiştir ne de Tokuç Ali’ye. Tokuç Ali ise bu geceye kadar neden çekip gittiğini bilmemiştir. Selim, geçmişteki dostluğuna rağmen Ali’ye kin ve nefretle bakmıştır. Selim’in gidişi Tokuç Ali’nin kendisini hor görmesi, her ne kadar dost görünseler de onu önemsemediğini düşünmüştür. Ali’nin şımarık halleri onu iyiden iyiye kinlendirmiştir. Görece yakın bir bağda iş bulan Selim, burada çalışkanlığı ve becerisiyle herkesin gözüne girmeyi başarır. Ancak, ziyarete gelen bağ sahibinin kızı Nebile ile konuşmaya ve yakınlaşmaya başlayınca, Nebile’nin ağabeyi tarafından uyarılır ve onu yumrukladığı için bağdan ayrılır. İşte gidişi de bu nedenledir. Selim, Tokuç Ali’ye işkence çektirdikten sonra çekip gitmiştir ama bu gidiş de onun son gidişi olmuştur. Çünkü bu kin onun vicdanını uyutmayacak olacağından kendini düşman kuvvetlerinin içine atıp öldürmüştür. Selim’in çiftliği terk ederek çıktığı yolda karşısına çıkan engeller ve büyük başarılarından bahsetmiştir. Selim, çiftlikten ayrıldıktan sonra ne yapacağını kara kara düşünürken yolda birine denk gelir ağanın oğluyla anlaşamayıp çiftliği terk ettiğini söyler. Adam ona bir teklifte bulunur. Kocası ölen 35 yaşlarında bir bayandan bahseder. Bağının olduğunu orada çalışabileceğini söyler. Selim bunu kabul edip bağ sahibiyle konuşmuş ve işe başlamıştır. Henüz 15-16 yaşında olmasına rağmen bağın tüm işleriyle ilgilenmiştir. Bağ sahibi Esma, Selim’in bu başarısını takdir etmiştir. Esma, Selim’i yabancı biriymiş gibi hissetmemiştir. Selim bir gün bağ işlerini yapamayacak kadar hastalanmıştır ve o gün kendisinden büyük ve dul Esma ile aralarında evlilikle sonuçlanacak bir yakınlaşma başlamıştır. İkisi de bu gizli gönül bağının evlilikle sonuçlanması için gerekli kişilerle görüşüp nikâh kıymışlardır. Aralarındaki yaş farkına bakılmaksızın mutlu bir evlilikleri olmuştur. Birlikte bağ işlerini büyütmüş, Esma’nın ona güveni daha da artmıştır. Tüm parasal mevzuları Selim’e devretmiş ve Selim’e olumsuz bir şey hissettirmemiştir. İlerleyen bir zamanda ise Esma hamile kalmıştır. Doğum esnasında heyecanla bekledikleri bebek ölü doğarken Esma da vefat etmiştir. Bundan sonra Selim için her şey anlamsızlaşmış, elini eteğini her işten çekmiştir. Ki bağ işlerini bile başkalarına yaptırır olmuştur. Çünkü Esma, onun için yaş farkı ne kadar olursa olsun çok değerliydi. Esma’nın desteğiyle okuma yazma öğrenmiş, Anadolu’da yaşanan tüm olaylardan haberdar olmuştur. Aslında Esma, Selim için eşten ziyade bir can suyu, hayatın anlamı olmuştur. Onun yokluğu, Selim için koca bir boşluk, koca bir hiçlik gibidir. Öyle ki Esma ile evlenince namaza başlayan Selim, onun ölümüyle meyhanelerden çıkmaz olmuştur. Yakın çevredekiler evlenmesi için çabalasalar da Selim hiçbir zaman başka bir eş kabul etmemiştir. Selim artık kendini kin ve nefret beslediği Tokuç Ali’den intikam almaya adayacaktır. Bu dönem işgal yılları olduğu için asker ihtiyacının karşılanması için erkekler orduya alınacaktır ve Selim de alınacaklar arasındadır. Selim, Esma’nın vefatıyla birlikte her şeyden kendini soyutlamıştır. Askere gitmeyi bile istememiştir. Askere gitmek için bindiği trende Kadir ile tanışacaktır var tren hareket ettikten sonra onu da trenden kaçmaya ikna etmiştir. Artık bundan sonraki hayatını bir süre kaçak olarak geçirmiştir. Köylere, bağlara gidip karınlarını doyurmuşlardır. Bu kaçaklık maceraları savaş ve işgaller bitene kadar devam etmiştir. Selim ve Kadir bu süreçte hep Yunan işgaline karşı Manisa’da kalıp baskınlar düzenlemişlerdir. Hepsinde de başarılı olmuşlardır. Çete lideri olmanın hakkını layığıyla vermiştir. Acımasız, kin ve öfke dolu bir şekilde hareket etmiştir. Onun bu kadar acımasız hale getiren şey ise Tokuç Ali’ye olan öfkesidir . 

· III. Bölüm-Tanık; Hikâyenin sonunda, başında da anlatıldığı gibi Selim, Ali’ye işkence yapıp onu ölüme terk ettikten sonra Yunan askerlerine kendini vurdurtmuştur. Kadir ise öldüğünden emin olduğu için Selim’in peşinden gitmemiştir. Çeteden ayrılarak Naciye isminde dul bir kadına gitmiştir. Naciye ile evlenerek o da yeni bir hayata başlamıştır... 

Eserin Analizi; 

Eserde, ilk sayfalarda da belirtildiği gibi 1921 yılında Manisa Hacırahmanlı Köyü'nde yaşanan olaylar anlatılmaktadır. Savaş yıllarından sonra dermanı kalmamış, bir yandan direnmeye, yeniden dirilmeye çalışan Anadolu topraklarında aslında o dönem için bizlere hiç de yabancı olmayan konular, farklı açılardan ele almıştır. Atılgan, zaman ve mekânı birbirine bütünleyerek dönemi anlayabilmemiz adına bir bakıma kolaylık sağlamıştır. Özellikle bunu köyde gündelik yaşamla işlemesi bam telimize dokunmuyor değildir. İlk bölümde Selim’in çekip gidişini anlatmayarak kitabın sürükleyiciliğini sağlamıştır. Bu da okuyucu kitlesinin artması anlamına gelmektedir. Sınıfsal farklılıklar olmasına rağmen Milli Mücadele gibi bir dönemde Selim ve Ali’nin daha küçük yaşta dostluk kurması yabana atılacak bir konu değildir. “Dost” olmanın, ne demek olduğunu burada kötü bir sonla sunmuştur okuyucuya. Dostluk bizde kültür haline gelmişken ve ahretlik anlamı taşıyorken; burada biraz erken veda edilmiş dostluk tasvir edilmiştir. 

Selim’in kimliğini tanıma döneminde gurur uğruna çiftliği terk etmesi onun asıl kimliğini bulmasındaki en büyük etkendir. Kendisinden 15-16 yaş büyük Esma ile tanışıp evlenmesiyle asıl hayatının başladığını düşünülebilir. Hayatımıza giren insanları hep iyilikle, sevgiyle hatırlanmak istenir. Burada Esma bunu dönemi adına fazlasıyla başarmıştır. Ayrıca Selim, onun yerini bir başkasının almasına asla müsaade etmemiştir. Örnek bir evlilik profili de denilebilmektedir. Esma’nın Selim’e namazı öğretmesi, okuma yazma konusunda onu desteklemesi belki de aradaki yaş farkını kapatmak için kendince bir yöntem olabilir. Fakat sebep her ne ise bir insanın gönlüne bu şekilde dokunup böyle kalabilmesi çok önemli bir husustur. Hele ki Milli Mücadele Dönemi’nde böyle bir aşkın, huzurun sahibi olabilmek ve bunu hissedip, hissettirmek her yâre, yârene pek de nasip olmamıştır. Burada aslında çıkarımımız da şu olmalıdır; 

‘Aşk; her döneme karşı çıkan, her koşulda kendi bildiği yolda yürüyen bir duygudur. Aradaki mesafenin kilometre cinsinden ziyade yaş cinsinden olup bunu aşabilmesidir. Sahip çıkmak, bulduğu limanda kendini güvende ve huzurda hissederken mesafelere yenilmemektir aşk. Mesafeleri aşıp imkânsızı mümkün kılmaktır ve bir ömür buna sarılmaktır.’ 

Diğer yandan eserde, dostluğa gölge düşüren kibir ve gurur işlenmiştir. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki gencin daha doğrusu genç olabilme yolunda ilerleyen iki çocuğun dostluğunun bozulmasına sebep olan bir tokat. Selim, tokattan sonra çekip gitse de bu, ona yeni kapılar açmıştır. Günlük hayatta kullanılan “Her şerde bir hayır, her hayırda bir şey vardır” sözüyle bağdaştırılabilir. Bakıldığında gerçekten de öyledir. Selim tokat yedi, tokattan sonra gitti ve hayırla dolu bir evliliği, çalışma hayatı oldu. Sonu ölümle sonuçlanmış olabilir ama, bu da dosta yapılan zulmün uyutmayacağı vicdan yastığının vereceği rahatsızlığın sebebidir. Bu yük ağır geleceği için Selim, ölümü seçmiştir. 

Savaşla ilgili, dönemle ilgili detaylar verilmese de aşkın da eserin içeriğinden, olayların yaşandığı yerden, isimlerden ve yapılan işlerden dönemi anlamak hiç de zor olmayacaktır. Ancak ölümü nedeniyle hikâye yarım kalmıştır. Selim ve Ali arasındaki dostluk ve düşman kavramından başlatan olaylar ikisinin ölümüyle sonlanmıştır, ama devamında Kadir’in Naciye ile evlenmesiyle devam etmiştir. Bu hikâye de çok sürmemiştir. Burada okuyucunun tamamlaması istenmiştir, şeklinde kabul edilebilir. Zaten her hikâyede kendinden izler bulur insan. ‘Yusuf Atılgan, ölmemiş olsaydı acaba nasıl devam ederdi’ diye düşünürsek bunu tamamlamak zor olmayacaktır sanırım. Yunanlar geri çekilmiş, Milli Mücadele tamamlanmış ve halk eski yaşamına dönmüş olacaktır; belki de.

Müzdelife YILMAZ


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBEP - İLKER SONER

Öncesi olmadı yokun Sen bir yokluk kavurdun Üfledin çıkan dumana Dağıldı kokusu dünyamızda. Nedir bu his alaca Nefesin mi Yoksa Yok mu  Kalır burnumuzda. Şimdi Ne sebeptir  Ne sebep olamaz İntiharımıza...  

HAKİKATLERİN ACI EŞİĞİ - İLTÜZER OKAN

Hayatımızda doğruluk adı altında yaşadığımız her ne varsa, tamamının sınırında durulan bir nokta vardır: Hakikat... Çok basittir ama çoğu zaman basit diye dikkate alınmayan bu hassas nokta, ‘acı eşiğinin’ zorlandığı an onunla yüzleşmek zorunda kalınır. Bu yüzleşme kimi zaman hakikatin kendisiyledir, kimi zaman ise sadece acısıyladır. Reis Bey (Hâkim)... Hakikatin hem kendisiyle hem de acısıyla yüzleşen adam. Duruşma esnasında kullandığı “ Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz! ” cümlesi, onun hayata bakışının, kendi gözünde doğru olduğuna inandığı gerçeklerinin bir ifadesini verir. Fakat her gerçek doğru mudur? Bu soruyu kendi elleriyle yazdığı mahkeme defteri yanıtlar: Hakikati biliyor, fakat hakikatle çelişse bile kendi doğrusunu uyguluyordu. Yargıladığı bir genci suçlu olduğuna inanmadığı halde idama mahkûm etmişti. Kendince doğru olanı yapmıştı ve bunu “ Mahkum ettiğim o değil, mücerret fiildir... Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masu