Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HİÇ GÜNEŞ OLDUN MU? - MAHMUT KARAHAN

Odanın ortasında bir noktayım. Sessizliği dinliyorum şarkıların Sessizliğini odanın Nefessiz duyuyorum. Nefes alıyor sarı ampul ışığı Duvarlar kapatıyor acıları Anahtarı elimde kapıların lâkin; Kalpler paslı. Kalpler; Yandı. Yakanlar kalanlara acılar bıraktı Acılar; Kalanlara umutsuz Maviden başka siyah rıhtımlar yaşatacaktı. Yaşamak şimdi Anlamsız zamanlarda Anlamlı hayatlar için Kendini anlamaktı Zaman vakitle huzur; Az insan ile eş anlamlı Az insan kalabalıklar arasında Ufacık kaldı. Kalabalık çıkarlara Baharlar bile şaştı kaldı Nasıl olur da yağmurlar Kötü insanları da ıslatırdı Kötü insanlar kandırdı İyiler kandı Lâkin ince düşünenler Kırmamak için bulutlar gibi Her vakitten farklı Gecelerde susarak yandı. Hâr oldu cümleler hiçliğe vardı Lâl oldu gönüller sükûta sardı Küçük gibimsi güzel günler Güzel gönüllerin ardında yara kaldı. Yaralar yalanlarla hep vardı Hem asıl yaralayan yalanlardı.

OYUNLAR ATLASI - SAMİ MERCİMEK

Oyun, hoşça vakit geçirmeye yarayan, akıl sahibi canlıların hem fiziksel hem de psikolojik açıdan gelişimini destekleyen, sözde bir kabullenmeyle gerçek hayattan bağımsız bir atmosferi ve kuralları olan eğlenceliği simgelemektedir. Oyun, özellikle de gelişim çağındaki akıllı canlıların dünyanın hakikat ve kurallarına alışmasında büyük rol oynar. Gelişimini tamamlamış akıl sahibi canlıların ise hoşça vakit geçirmesini ve yeteneklerini canlı tutmasını sağlar. Örneğin; gelişim çağındaki iki erkek aslan yavrusundan biri, sözde diğer yavruyu düşman kabul eder. Ve onunla “oyun” atmosferinde ortak bir kavgaya tutuşur. Birbirlerine zarar vermeden oynadıkları bu oyun adı altındaki kavga, ilerleyen yıllarda hemcinsleriyle yapacakları bölge ve üreme hakkı savaşlarına bir ön hazırlıktır. Böylece bilinçaltısal/dürtüsel bir şekilde oyun vasıtasıyla gerçek hayatın kurallarına/tehlikelerine adapte olurlar. İnsanoğlunun da çocukluk çağında oynadığı oyunlar, gelişmiş zekasından ötürü bundan görünüş it

ESER İNCELEMESİ: YUSUF ATILGAN / CANİSTAN - MÜZDELİFE YILMAZ

      Eser, Yusuf Atılgan’ın son kitabıdır. Eser kapsamında irdelemeler ‘1921’li yıllarda I. Dünya Savaşı’nın ardından kalan Anadolu toprakları... Sınıfsal farklılıklara rağmen kurulan dostluklar, direniş ve işgaller, hesapta olmayan evlilik ve erken kaybedişler...’ şeklinde değerlendirmeleri içerir.  Eserin İçeriği;       Yusuf Atılgan bu eserini Duruşma, Yargıç ve Sanık isimlerinden oluşturduğu üç bölümde değerlendirmiştir. Ancak son bölüm olan Sanık’ı yazamadan gözlerini yummuştur hayata. Olaylar Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde yaşanmıştır. Bu dönemde aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği acımasız, ekonomik çöküşün son evrede olduğu, Türk ve dünyanın tüm olumsuzluklarından etkilenen Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarıdır. Ve tabii ki yeni Türk Devleti’nin kuruluş hazırlıklarının başladığı Kurtuluş Savaşı yıllarıdır. Milli Mücadele direnişlerinin devam ettiği işgal yıllarıdır. Bu zorlu yıllar içinde yazıya alınan çerçeve; dostluk ve aşk öyküsünün bir arada kullanımıdır

RAHATSIZ VİCDANLAR - MAHMUT KARAHAN

Sanmasınlar bildiklerini bilmezdik, Sadece bildiğimiz bilinsin istemedik. Bilmezden geldik. Rahattı böyle kafamız Rahat kafamız onları Vicdanlarıyla rahatsız bıraktı. Keşke rahatsız ruhlarını Yastık kılıflarından başka kılıflarla, Karşımıza çıkarmasalardı. Hem onlar için mühim olan çıkarlardı, Elbet bir gün çıkarları, Hayatlarından ebediyen çıkacaktı. Ah bir de, bir bilselerdi Yalnız gecelerde şaşalı dostluklarıyla, Herhangi bir Halil İbrahim sofrasının ardından, Çıkmaz sokaklarda çıkarlarını bulacaklardı. Neyse Allah’tan, Allahlarından bulacaklardı.

ALLAH HAYRINI VERSİN - MAHMUT KARAHAN

Allah hayrını versin Taşlı bu yollar Dahası yokuşu da var Olmaz, yıllarca Kavuşmaz insan insana böyle Son bulur hayatlar Öyle deme; Allah hayrını versin işte, Hayırlı olandır Allah Nasıl eritirse taşı Damla damla, damlalar Eritir insan da taşlı yolları, Yıllarla yıllandıkça, Mühim olan umutlar...

HAKKIMIZ OLMAYAN MESELELER - MUZAFFER BİLSİN

Gözlerimi açtığımda, kendimi ucu bucağı gözükmeyen bir mahkeme salonunun ortasında buldum. Bu kadar -çok sayıda- insanın bir arada olmasının tek bir açıklaması olmalıydı; galiba kıyamet sonrası mahşer alanındaydık. İnsan hışmının ortasında ne olduğunu anlamaya çalışırken, gür bir sesin “sessiz olun” diye bağırmasıyla birlikte gürültü aniden kesildi ve ortalık çöl sessizliğine büründü. Herkes, pür dikkat kesilmiş hâkimin ağzından çıkacak kelimeyi bekliyordu. Hâkim: “yaz kızım, davacı Âdemoğlu, davalı Ademoğlu.” Nasıl yani biz burada kendi kendimizi mi davaya vermiştik şaka gibiydi. Hâkim sözlerine devam etti: “Davacı olan Âdemoğlu, sanık Ademoğlundan, Hakkı olan meseleleri almak için mahkememize başvuru yapmıştır. Şimdi davacıdan şikâyetini dinleyelim, buyurun.” Âdemoğlu: “Efendim, malumunuz Sümerlerden bu yana hep dile getirdiğimiz bir konu var. Artık her gelen yeni nesil iyice bozuldu bizleri dinlemiyorlar şikâyetçiyiz.” dediler. Söz hakkının Ademoğluna geçmesi ile beraber, onlar:

MÂHFER V. / CEMİLO / - ABDULLAH YÜKSEL

199… Temmuz sabahıydı. Zamp Dağı’nın zirvesini saran süt beyazı pus yumağı, bölük pörçük dağılıyordu. Kurt Dişi tepesinin yamacında kalan son buzul kar sularının süzüldüğü yerde, rüzgârla savrulan pus yumağı içerisinde üç-beş insan karaltısı...; dağın yamacında vadiye yaslı iki tepe arasında yer alan yaylaya bakıyorlardı. Karartının içinde diğerlerine nazaran uzun boylu, güçlü omuzlu, aşağı yukarı dikdörtgen bir yüz, keskin ve dik bakışlı kaşlar ve gözler, hafif uzun grilik karışmış siyah saçlar, soğuktan ortadan yarılmış etli yay gibi bir dudak ve yanmış teni, siyah tüyleri ile tam bir esmer güzeli olan Cemilo, elinde silahı ile durmaktaydı. Gün ağarmaya yakın keşif nöbeti tutuyordu. Bir ara yanındakilere bir şey söylemeden Kurt Dişi kayalıklarından indi ve oradan uzaklaştı. Kendini yalnız ve güvende hissettiği bir kayalık kovuğunda, mücevher gibi sarıp sakladığı telsizini çıkardı. Hışırtılı bir ahizeden sonra...; kodu ile anonsunu geçmeye başladı. - Kartal Yuvası, burası Kurt İn

MAHFER V. (SÖZ) - ABDULLAH YÜKSEL

               Uzun zaman sonra emniyet müdürlüğünden çıkıp, kendine zaman ayırabilecekti. Cinayetten, davadan, suçtan bunalmış olan ruhunu, bir nebze de olsa dinlendirecekti. Nostaljiye olan meyilli yolunu yine Antikacılar Çarşısı’na çıkarmıştı. Popüler kültürün dayatması olan her şeye karşıydı. Ruhunu daraltıyordu. Toplumların kültürünü erozyona uğratan, değiştiren, yönlendiren hatta bazen zorlayan saçmalıklar silsilesi olarak görüyor, ve kabul edemiyordu.                 Bahariye’den Moda’ya doğru tramvay rayları arasında süzülüp giden yağmur eşliğinde iki dost yan yana yürüyorlardı. Caddenin orta yerinde sola döndüklerinde tam karşılarındaydı, Kadıköy’ün saklı cenneti, Tellalzade sokağı tabelası... Mistik görüntüsüyle ve tarihi binalarıyla meşhur, tam anlamıyla zamanın durduğu bir yerdir Tellalzade sokağı, bilinen ismi ile Antikacılar Sokağı. Şehrin gürültü ve patırtısından uzak, geçmişe doğru yolculuğa çıkaran nadir yerlerdendir. Zamana tanıklık eden bu sokak; geçmişte